Pazar, Aralık 05, 2010

Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu

"Sen insanın içine gireceği en iyi beklentinin, en kötüden sakınmak olduğunu biliyorsun. Genel, hatta bütün dünyaya ilişkin konularda olduğu gibi kişisel yaşantında da vardığın sonuç budur. Ya söz konusu kitaplar olunca? İşte, bütün alanlarda beklentisizliği seçtiğin halde, kitap gibi çerçevesi iyice belirlenmiş bir konuda bu gençlik hazzına hala ayrıcalık tanıyabileceğini düşünüyorsun; evet bu alanda şansın yaver gitmeyebilir, ama yaşayabileceğin hayal kırıklığı çok da büyük olmayacaktır." (s.20)

"Seni en çok çıldırtan şey, nesnelere ilişkin durumlarda ya da insan eylemlerinde rastlantısalın, yazgısalın, olasının insafına kalmış olmak, senin ya da başkalarının umursamazlığının, üstünkörülüğünün, özensizliğinin kurbanı olmak. Bu gibi durumlarda sana egemen olan tutku o dalgınlığın ya da umursamazlığın huzursuz edici etkilerini silmek; olayları olağan akışına döndürmek sabırsızlığıdır." (s.41)

"Okuduğum şeylerin öyle ayan beyan ortada olmasından hoşlanmam, kimbilir neyin işareti olan, şimdilik ne olduğu bilinmeyen şeylerin varlığının belli belirsiz hissedildiği konuları yeğlerim." (s.57)

"Hayalinin ve hayatının yarattığı büyün bu gölgelerin peşine düşmüş durumdasın." (s.62)

"Gün içinde karşıma çıkan olayların birbirlerini izleyişinde dünyanın benden yana niyetlerini çözmeye çalışıyorum ve nesnelerde gizlenen karanlık imaların ağırlığını sözcüklere dökecek bir sözlük olmadığını bilerek el yordamıyla ilerliyorum." (s.71)

"Yazar, kitapların geldiği görünmez noktaydı, hayaletlerin dolaştığı bir boşluk, çocukluğumun kümesiyle öteki dünyaları birbirine bağlayan yeraltı dehlizleriydi..." (s.107)

"Bunlar senin dış dünyayı kendinden uzak tutmak için kullandığın bir kalkan mı, uyuşturucu misali içibe battığın bir hayal mi, yoksa dışarıya, kitaplar aracılığıyla boyutlarını genişletmek ve çoğaltmak istediğin dış dünyaya uzattığın bir köprü mü?" (s.144)

"Her şey daima daha önceden başlamıştır, her romanın ilk sayfasının ilk satırı, kitabın dışında olmış bir şeye göndermedir." (s.153)

Italo Calvino - Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu (Yapı Kredi Yayınları)

Salı, Kasım 30, 2010

Artemio Cruz'un Ölümü


"Acıyı bilmek gücümüzü kırar, bizim düşüncemizi sarmayan, bizim farkımıza bile varmayan acının farkında olduğumuz anda onun kurbanı oluruz." (s.68)

"İnsan tablolarda doğaya ya da başkalarının yüzlerine sahip olabilir." (s.154)

"Yaşamınla yazgının aynı olduğu bugün anı, doyuma ulaşmış istek demektir." (s.230)

"Zenginliklere sahip oldu mu her şeye sahip olduğunu sanan insanın anısı ne acıdır." (s.272)

"Gerçek güç her zaman başkaldırıdan doğar." (s.297)

"Devrim adına yağmacılık, devrimin yararına çalışmak bahanesiyle kendini sivriltmeyi haklı gösterecek bir şan ve şeref kalkanı." (s.306)

"Yaşamının, aynı anda hem önünde koşturacağı hem arkanda düşüp öleceği ve zamanın kendi kendini yuttuğu bir ölüm dansı bu." (s.344)

Carlos Fuentes - Artemio Cruz'un Ölümü (Can Yayınları)

Pazartesi, Kasım 29, 2010


"O açgözlü insanlara büyük bir kin duydum. Kazanç uğruna suları da, toprağı da öldüren sanayicilerden, işletmecilerden bir kere daha iğrendim. Sadece çiçeklerimizi, kuş seslerimizi almamışlardı bizden. Baba'nın güzelliğie benzer bütün güzellikleri alıp götürmüşlerdi. Açlık gövdelerimizi nasıl kemiriyorsa, çirkinlik de kafalarımızın içini öyle kemiriyordu."

Edita Morris - Mutlu Gün adlı öyküden (Can Yayınları)

Pazar, Kasım 28, 2010

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

"Kendisini çevreleyen kaba saba dünyaya karşı tek bir silahı vardı; belediye kitaplığından aldığı kitaplar." (s.57)

"Rüya görmek sadece bir iletişim (ya da şifreli iletişim) edimi değildir; aynı zamanda estetik bir etkinlik, bir imgelem oyunu, kendi başına bir değeri olan bir oyundur. Rüyalarımız bize düş kurmanın -olmayan şeylerin rüyasını görmenin- insanlığın en köklü gereksinimleri arasında olduğunu kanıtlar." (s.67)

"İstediğin sonsuzluksa, kapatıver gözlerini!" (s.103)

"Kültür aşırı üretimden, sözcük çığından, nicelik çılgınlığından yok olup gitmekte. Senin eski ülkendeki bir tek yasaklanmış kitabın bile bizim üniversitelerimizde çiğnenen milyarlarca sözcükten daha değerli olması bu yüzden." (s.111)

"Kişi özel yaşamında başka bir şeydi, başkalarıyla birlikteyken bambaşka bir şey." (s.121)

"Peşinde düştüğümüz hedefler hep bir parça sisle örtülüdür." (s.130)

"Çocukluğundan beri, kitapları gizli bir kardeşlik bağının işaretleri olarak görmüştü." (s.160)

"Tatlı sözler söyleyen, saygılı, nazik biriyle karşılıklı oturdunuz mu, onun söylediği hiçbir şeyin doğru olmadığını, içten olmadığını kendi kendinize hatırlatmanız dünyanın en zor işidir." (s.189)

"İçsel buyruklar çok daha güçlüdür ve bu yüzden de başkaldırmaya daha çok kışkırtır insanları." (s.200)

"Çok sayıda kadının peşinde koşan erkekleri iki kategoriye ayırabiliriz. Bazıları bütün kadınlarda kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinin gerçekleşmesini beklerler. Ötekiler ise nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ele geçirme isteğiyle davranırlar." (s.205)

"Beyinde, öyle anlaşılıyor ki, şiirsel bellek diyebileceğimiz ve bizi büyüleyen, bize dokunaklı gelen, hayatlarımızı güzelleştiren her şeyi kaydeden özel bir alan var." (s.212)

"İçinde mutluluk olmayan zevk, zevk değildir." (s.213)

"Başkalarıyla olan ilişkilerimizin kaçta kaşının duygularımızın sonucu, kaçta kaşınınsa bireyler arasındaki sürekli güç oyunu tarafından belirlenmiş olduğunu hiçbir zaman kesinlikle saptayamayız." (s.281)

"Cennete duyulan özlem, insanın insan olmaya duyduğu özlemdir." (s.298)

"Mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir." (s.300)

"Dehşet bir şoktur, mutlak bir körleşmenin zamanı. Dehşette en ufak bir güzellik yoktur. Bütün görebildiğimiz bizi bekleyen bir olayın delip geçici ışığıdır. Öte yandan hüzün, olacakları bildiğimizi varsayan bir tavırdır." (s.306)

Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği (İletişim Yayınları)

Perşembe, Kasım 11, 2010

Manzaradan Parçalar II

"Cebinizde, çantanızda bir kitap taşımak, özellikle mutsuzluk zamanlarınızca cebinizde, çantanızda sizi mutlu edecek bir öteki dünya taşımak demektir." (s.209)

"Kelimeler ve edebiyat, karıncalar ya da su gibidir: Çatlaklara, deliklere, görünmez aralıklara her şeyden önce ve en iyi şekilde kelimeler girer. Hayat hakkında, dünya hakkında asıl merak ettiğimiz şey de, önce bu görünmez çatlaklarda belirir ve onu her şeyden önce edebiyat görür." (s.210)

"Benim için okumak, metnin anlattığı şeyi aklımızın sinemasında canlandırma işidir. Okumakta olduğumuz metinden başımızı kaldırır, bakışlarımızı duvardaki bir resme, pencereden dışarıya ve karşımızdaki manzaraya çeviririz, ama aklımız gördüğümüz şeyde değil, az önce hakkında okuduğumuz öteki dünyayı canlandırmakla meşguldür. Yazarın hayal ettiği öteki dünyayı bizim görebilmemiz, mutlu olabilmemiz için hayal gücümüzün harekete geçmesi gerekir. Bu da okuduğumuz metnin, öteki mutlu dünyanın yalnız okuyucusu değil, bir parçası, hatta biraz da onun yaratıcısı olduğumuz izlenimi vererek bizi mahrem bir mutluluğa çağırır. Kitap okumayı, iyi bir edebiyat eserini okumayı vazgeçilmez yapan şey, bu mahrem mutluluktur işte." (s.211)

"Yazarın inceliklerine, gücüne, özel dikkatlerine, hızına, olayların kalbine hızla girişine, zekasına, hayatı bilişine hayran kaldıkça, bütün bu bilgileri o bana özel olarak fısıldıyormuş gibi geliyordu." (s.213)

"Okuma mutluluğu ile kitabı bir eşya olarak elimde hissetmek yavaş yavaş birbirine karışıyordu." (s.214)

"Kitabın beni günlük hayatın aptallıklarından ve kötülüğünden arındırdığını, beni daha iyi bir insan yaptığını hissediyordum." (s.214)

"Bütün büyük romanlar gibi, hayatın anlamı da mutlulukla sıkı sıkıya ilişkiliydi. Romanda olduğu gibi, hayatta da bu mutluluğa doğru bir istek, bir hareket, bir koşturmaca vardı. Ama bütün anlam bu değildi. Bu istek ve hareket hakkında da düşünmek istiyordu insan ve iyi bir roman bu iş için çok elverişliydi." (s.215)

"Bütün büyük okuma tecrübeleri ve zevkleri, daha sonra hatıralarımızda o kitapların kapaklarıyla karışır." (s.216)

"Roman kapaklarında kahramanların yüzlerini ayrıntılı bir şekilde göstermek, okurun ve yazarın hayal gücüne yapılmış kabul edilemez bir saldırıdır." (s.216)

"Okuduğumuz bir kitabın yıllar sonra karşılaştığımız kapağı, bize dünyayı ve hayatımızın geçmiş bir döneminde bir köşede otururken bu dünyaya girdiğimizi bize hemen hatırlatan bir ambleme dönüşür." (s.216)

"Kitap kapakları kitaptaki dünyayla bizim yaşamakta olduğumuz sıradan dünya arasında bir geçiş işareti görevi görürler. Kitap kapakları insan yüzlerine benzer: Ya yaşadığımız mutluluğu bize bütün gücüyle hatırlayır ya da hiç bilmediğimiz mutlu bir alemi vaat ederler. Bu yüzden kitap kapaklarına insan yüzlerine bakar gibi tutkuyla bakarız." (s.216)

"Hiçbir zaman yapılabilecek kadar iyi olmaz yapılan. Her zaman hayal kurup başarabileceğini düşündüğünden daha yukarı koy çıkayı." (s.218)

"Yalnız şiirlerin anlamı ve değeri değil, romanların anlamı ve değeri de, okura verdikleri zevkle, güzellikleriyle, okura sundukları deneyimin (okuma serüveni) derinliği ve şaşırtıcılığı ile ölçülmelidir. Bu güzellik ve okuma tecrübesinin boşluğu metnin yüzeyinde kalmaz, ta derinlere gider. Hayatın, insan olmanın, bu dünyada yaşamanın anlamının derinliklerine..." (s.230)

"Seçkin bir yazarın,insanoğlunun budalalığı ve sıradanlığı ile alay etmesini hepimiz cazip bulur; kitapları, romanları biraz da bu sesleri işitmek, onlarla yaşamak için okuruz. Ama bu alaycı ses bir romanda tek bir güç olursa, zeka ve sinizm, kısa zamanda orta sınıf hayatını, iyi eğitim alamamış insanları, değişik kültürleri, alışkanlıkları bizlerden başka türlü ve yetersiz olanları aşağılayan, yukarıdan bakan mağrur bir sese de dönüşebilir" (s.240)

"Edebiyat tarihinin büyük buluşları, tıpkı yazıda kişisel üslup dediğimiz şey gibi, çoğu zaman hesapla tasarlanarak yapılmaz." (s.260)

"Büyük romanlarda, kahramanların duyup yaşadığı, koşup çırpındığı hızla, bizim önümüzde yepyeni dünyalar açılır ve onlara kahramanlara inandığımız gibi inanırız." (s.261)

"Kitabın büyük, geniş, sarsıcı dünyasının yanında kendi hayatımın ve dertlerimin küçük ve önemsiz olduğunu hissediyordum." (s.267)

"Roman okuma çabası, bir çeşit sorumluluk duygusu, oluşum halinde bir dünyaya tanık olmanın dehşeti ve belirsizliği ile birleşir ve kendimizi anlama çabasının bir parçası oluverir." (s.268)

"Dickens'ın kahramanları da aklımızda kalır, ama çoğu zaman onları tuhaf, sevimli, karikatür benzeri özellikleriyle hatırlarız.Dostoyevski'nin romancılığının en büyük gücü, kahramanlarının en çok ruhlarının aklımızda kalması, içimize işlemesidir." (s.270)

"Nabokov'un kitaplarının güzelliğinin altında her zaman kötücül ve zalim bir yan vardır." (s.274)

"Yalnızlık içerisinde bir şey yazmak ama yazdığınızın diğer okuyucuların kalbine hitap edeceğine dair gizli veya ifade edilmemiş bir inanç taşımak. Bu, insanlığa yönelik güçlü bir inançtır." (s.329)

"Roman sanatında ima esastır. Hiçbir zaman her şeyi ortaya koymamak, ama ruhumuzun, kalbinizin iç derinliklerinde bir şey vermeye devam etmek gerekir." (s.330)

"Benim için mutluluk bir yandan kalabalık bir ailenin gürültüsünü işitip güvenini ve şefkatini hissederken, insanın aynı zamanda yalnız kalıp kağıtla kalemle, boyayla fırçayla kendine yeni bir dünya yaratmak için sabırsızlık, hatta öfke duyması demektir." (s.334)

"Yıllar geçtikçe edebiyatın işinin dünyayı hikaye etmekten çok dünyayı kelimelerle görmek olduğuna daha çok inanıyorum." (s.402)

"...günlük hayat eşyalarında şiir bulma heyecanı..." (s.413)

"Bir yazarın kitapları ruhunun gelişiminin kilometre taşları olarak görülebilir." (s.527)

Orhan Pamuk - Manzaradan Parçalar (İletişim Yayınları)

Çarşamba, Kasım 10, 2010

Manzaradan Parçalar 1

"Hayat onun için kazanılacak bir şey değil, zevk alınacak bir şeydi." (s.17)

"Babamızın kendisi olmasını değil, bizim istediğimiz baba olmasını isteriz." (s.18)

"Vücut ve ruh ilişkisinin bir kirlilik ve temizlik, gökyüzü ve çamur ilişkisi olmadığını anlayabilmem için ne kadar çok yıl geçmesi gerekti! Gövdemi ruhumu kirleten bir şey olarak düşünmeyi bırakıp, ruhumu gövdeme uyum gösteren bir şey olarak hayal etmeyi öğrenince, hayat biraz daha çekilir oldu." (s.23)

"Futbol bizde halkı sakinleştirmek için değil, azdırmak için milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve otoriter düşünceyi yaymak için kullanılıyor." (s.54)

"Milliyetçilik ister deprem olsun, ister kaybedilen bir savaş, felaketlerle daha çok gelişir." (s.54)

"Gözümün gördüğü dünya resmi ile kafamın görmek istediği resim arasında kararsızım." (s.102)

"Müzelerin yalnız görsel duyumlara değil, bütün algı merkezlerimize açık olması gerektiğini -belki de resim sanatına önem vermeyen bir İslam ülkesinde doğup büyüdüğüm için- yeniden düşünüyorum." (s.106)

"Tek tek kitap almamın, taş taş bir ev inşa etmeye benzeyen bir yanı vardı." (s.115)

"Kitaplarla haşır neşir oldukça hayatın bir kısmını daha kaçırıyor, bunu anladıkça da kaçan hayattan intikam alır gibi kitap alıyordum." (s.114)

"
Bir kitabı atmaya karar verirken, önce hissettiğimiz yüzeysel aşağılama zevkinin arkasında, ilk başta görülmeyen derin acılar yatar. Aşağıladığımzı şey aslında, kütüphanemizde durması bile bizi huzursuz eden bu kitap (siyasi bir itiraf, kötü bir çeviri, moda romanlar, hepsi birbirine ve diğerlerine benzeyen şiirler) değil, bu kitaba bir zamanlar para verip onu alacak, yıllarca kütüphanede saklayacak, hatta birazını okuyacak kadar verdiğiniz önemdir." (s.122)

"İyi okumak insanın gözlerini ve mantığını bir metnin üzerinden ağır ağır ve dikkatle geçirmesi değil, metnin içine ruhunu da bütünüyle katabilmesidir." (s.122)

"Kitapların kalabalığı, tıpkı alemdeki bütün kitapları barındıran efsanevi büyük kitaplıklar gibi, zamanın ve alemin sınırsızlığını hatırlatan sonsuz kütüphane hayalleri gibi, bizleri hem alçakgönülülüğe çağırmalı hem de milli devletlerin, tarihlerin, dillerin ötesinde, bütün insanların benzerliğini, amaçlarımızın ve duygularımızın yakınlığını bizlere hatırlatmalıdır." (s.125)

"İstanbul'da vapur gezintisine çıkmak bende şehrin içinde hareket ettiğim duygusunu değil, şehrin içindeki konumumu, hayatımın diğer hayatlar arasındaki yerini gördüğüm duygusunu uyandırır. "(s.169)

"İnsanın iki ila dokuz yaş arasında yaşadıkları, bir daha silinmemek üzere hafızaya kazınır." (s.182)

"Her şehrin içinde yaşarken fark etmediğimiz ve ancak yıllarca ondan uzak kaldıktan sonra geri dönünce ya da yıllar sonra eski fotoğraflara bakarken fark ettiğimiz ayrıntılar vardır." (s.195)

Orhan Pamuk - Manzaradan Parçalar (İletişim Yayınları)

Pazar, Ekim 10, 2010

Koleksiyoncu

"Unutmak insanın yapacağı değil, başına gelecek bir şeydir."

"Sıradan insan uygarlığın lanetidir."

"Çağımızın bütünüyle bir aldatmaca, bir yapmacıklık olduğunu hissediyorum. İnsanların durmadan taşizmden, kübizmden dem vurması, sonu -izm'le biten sözcükler kullanması ve bu -izm ile birlikte kullandıkları alengirli kelimeler, saçma sapan yapışkan sözcük ve cümleler. Hepsi de resim yapabilme ve yapamama olgusunu saklamak için sarf ediyorlar."

"Gerçekten önemli olan tek şey, insanın inandığını hissetmesi ve yaşamasıdır; yeter ki bu, yalnızca kendini rahatlatacak basit bir inanç olmasın."

"Her canlı, yaratıcı ve vicdanlı kişinin çevresindeki bayağılığın kurbanı olması neden? Çünkü hepimizden nefret ediyorlar, farklı olduğumuz için, onlar olmadığımız için, onlar bizler olamadıkları için nefret ediyorlar. Bize işkence ediyorlar, bizi dışlıyorlar, bize hakaret ediyorlar; kendi gözlerini bağlıyor ve kulaklarını tıkıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Kalın kafalı ve küçük olmaktan utanç duymayan bütün kalın kafalı ve küçük insanlardan nefret ediyorum."

"Sanat gerçekten onları rahatsız mı ediyor (ve bu yüzden mi yaşantılarında hiç yer vermiyorlar) yoksa gizliden gizliye onları sarsıyor da, ürkütüyor da, kendilerini sanatın can sıkıcı olduğuna inandırmak zorunda kalıyorlar."

"Yaratıcı olmayan insanlara yaratma fırsatı tanınırsa kötü insanlar ortaya çıkar."

John Fowles - Koleksiyoncu

Cumartesi, Ekim 09, 2010

İskambil Kağıtlarının Esrarı

"Acayip zekiyizdir, atom bombaları, aya giden füzeler yaparız. Ama hiçbirimiz nereden geldiğimizi sormayız. Buradayız ya sırık gibi, bu bize yeter."

"Astronotlar üzerinde yaşam olan başka bir gezegen keşfetse, herkes müthiş şaşırır, yer yerinden oynar. Ama kendi gezegenlerinin varlığı hiç de şaşırtmıyor onları."

"Eğer dünya bir sihirbazlık eseriyse, o zaman bir sihirbazın da mutlaka olması gerekir. Günün birinde onun maskesini düşürmeyi umuyorum. Ama bir kez olsun sahnede kendini bize göstermeyen bir sihirbazın oyununu ortaya çıkarmak pek kolay olmasa gerek."

"Aynı yıldızları görebildiğimiz halde, birbirimizden sonsuz ölçüde uzaktık."

"Biraz garip bir şey bu. Şu gezegende belki beş milyar insan yaşıyor. Ama işte tutup birini seviyorsun ve onu kimseyle değişemiyorsun."

"Kaderin ne olduğunu bilmek isteyen, ondan daha uzun ömürlü olmalıdır."

Jostein Gaarder - İskambil Kağıtlarının Esrarı

Cuma, Ekim 08, 2010

Sonsuzluğa Nokta

"İnsanlar isterlerse, her şeyi ama her türlü şeyi silaha dönüştürebilirlerdi."

"Yolcuların çoğu yüzünü dışarıya dönmüştü. Bunun bir nedeni, herhangi bir şeyin içinde bulunmanın verdiği güdüyse; bir nedeni de, telgraf direklerinin camdan geçmişine bakarak otobüsün hızını saptamaktı belki. Meraktı yani; boş kalmanın boşluğundan doğan ve kapısı sessiz sedasız kendine açılan kupkuru bir meraktı. Belki de geçmişle geleceğin hesabına dalmıştı yolcular; yaşamların yaşamdan yontulmuş ve yaşamın bilinmezliğine sürtüle sürtüle bilenmiş makaslarla kesip biçerek, zihinlerinde yeniden biçimlendirmeye çalışıyorlardı. Ya da düşünme konumuna girmişlerdi de, hiçbir şey düşünmeden ve gözlerinin önüne hiçbir şey getiremeden öylece bozkıra bakıyorlardı bozkır gibi..."

"Belki de insanlar koskoca yaşamları boyunca yalnızca bir kez farklı olmaya katlanabiliyorlar, sonra da yavaş yavaş öteki insanların davranışlarına, düşüncelerine ve duygularına bürünerek, durup dinlenmeden kendini tekrarlayan uçsuz bucaksız bir benzerlikler denizinde kaybolup gidiyorlardı."

"Kirli duvarlarda, tozlu bavullarda, ellerde, ayaklarda ve kimsenin ilgisini çekmeyen mavi çöp sepetlerinde bile bir yerlere ulaşmanın telaşı vardı. Bu telaş, insanların o anda yaşamdan almaları gereken tatları oburca yiyip yutan bir canavardı kuşkusuz, ama kimse bunun farkında değildi. Hareket saati yaklaşan otobüslere binip koltuklarına oturanların yüzündeyse, bir yerlere çekip gitmenin heyecanını ve sevincini aramak boşunaydı. Kıpırtısızdılar çünkü... Her koltuğa insan duruşunda, insan bakışında ve insan sıcaklığında birer eşya bırakılmıştı sanki; yalnızca görüntüleriyle bakıyorlar, yalnızca görüntüleriyle işitiyorlar ve görüntülerinin diliyle konuşuyorlardı. Tek tük sevinçli görünmeye çalışanlar olsa da, onları yolcu edenlerin durumu daha da hüzünlüydü. Öyle ki, otobüs camlarındaki yakınlarına el sallarken hüzünlerini de gösterebilme telaşıyla birbirilerinin tepesine çıkıyorlardı."

"İnsanların gözlerinden başka birer göz daha vardır gözlerinin içinde, böyle zamanlarda onlarla bakarlar. Onlar dilli gözlerdir çünkü, sahiplerindeki gücün dışında başka bir güçten de beslenirler ve sahipleri neyi amaçlarsa onu apaçık yansıtırlar."

"Yaşamdaki yankısını yalnızca kendi düşlerinde bulmanın ve bunu bilmenin hüznü..."

"Tabur tabur askeri birlikler oluşturdukları, aynı marşları aynı biçimde söyleyerek aynı koğuşlarda aynı kıvrılışlarla yattıkları ve bu edimlerle beraberlik ruhunu yakaladıklarını sandıkları, sonra bir bavul dolusu anıyla terhis olup eve döndükleri, anne babalarına hiç değişmeyen ve toplumun hazırladığı reddedilmez duygularla sarıldıkları, aynı yasalara uyarak evlendikleri, babalarından devraldıkları yöntemlerle seviştikleri ve babalarından boşalan iş kadrolarına kaplanınca dünyanın yarısını ele geçirmişcesine sevindikleri ve tıpkı kendilerinden öncekiler gibi gene çocuk doğurdukları ve onları besleyip büyütmeye başladıkları ve bütün bu olup bitenlere 'dönüp duran paslı bir çember' diyecekken 'akıp giden yaşam' adını verdikleri uyumsuz bir toplumda, yelken kulaklı bir uyumsuzdum ben."

"İnsanı insan eksiltir, nasıl çoğaltırsa..."

"Yükselmek: Kendini aşağılarda saymanın ateşli hastalığı; insanın kendisi için doğurduğu son anne; bugünün tadını alıp götüren büyülü bir düş, ya da yukarıya doğru bir alçalış..."

"Yaşamın büyük bölümü düşünülmeyen şeylerden oluşur."

Hasan Ali Toptaş - Sonsuzluğa Nokta

Perşembe, Ağustos 19, 2010

Gölgesizler


"Belki de kendine sığmazlığı vardı orada..." (s.6)

"Ola ki başka bir yerde yaşıyorduk o an, başka bir zamanda yaşıyor ve oradan burayı düşlüyorduk düşlediğimizin farkına varmadan. Derin derin iç geçiriyorduk. Belki de sonsuz bir uğraşa kaptırmıştık kendimizi orada, durup dinlenmeden bir şeylerle boğuşuyor, bağırıyor, coşuyor ve kanter içinde kalıyorduk. Burada bu yüzden donmuştuk ola ki, hareket etmeye başladığımız an orada, uzaklarda donacaktık." (s.31)

"Düşünce insanın içine düşünce, yolun yarısı tamam. Yani varılır bir yere, önceki noktada değilsindir artık ve dönemezsin." (s.50)

"Aynı yolda yürümekten başka çaresi olmayan tuhaf birer yaratıktı insanlar, tekrarın tekrarlananın örtüsü olduğunu anlayamadan, aynı el sallayışların, aynı gülüşlerin, aynı yürüyüşlerin ya da aynı oturuşların içinden geçe geçe damaklarına bulaşan uzak bir serüven tadıyla dönüp dolaşıp aynı noktada yaşıyorlardı." (s.129)
Hasan Ali Toptaş - Gölgesizler

Çarşamba, Ağustos 18, 2010

Kara Kitap


"Alnının eğiminde, o sırada aklının içinde olup biten harika şeyleri insana korkuyla merak ettiren gerçekdışı bir yan vardı." (s.11)

"Dünyanın hiçbir belleğe sığmayacak kadar geniş olduğunu düşündü." (s.33)

"Batılı filmlerdeki kocaları taklit ederek, karısına o gün ne yaptığını açıkça soracak olsa, Batılı ya da Doğulu hiçbir filmde açıkça anlatılmayan belirsiz ve kaygan bir bölgeye girmenin huzursuzluğunu duyarlardı ikisi de. İstatistiklerin ve bürokratik sınıflandırmaların ev kadını diye adlandırdığı o anonim kişinin hayatında böyle gizli, esrarlı ve kaygan bir bölge oldupunu evlendikten sonra keşfetmişti." (s.59)

"Pekçok genç, hayatlarının bir döneminde işittikleri bir sözün, bir hikayenin, birlikte okudukları bir kitabın etkisiyle aşık oluyorlar, aynı heyecanla sevgilileriyle evleniyorlar ve hayatlarının geri kalanını da aşklarının arkasında yatan bu yanılsamayı hiçbir zaman anlamadan mutlulukla yaşıyorlardı." (s.86)

"Yazıların, bütün yazıların hayattan değil, sırf yazı oldukları için, en sonunda, birer düşten söz açtıklarını bilmenin de, hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini söyledi." (s.86)

"Okurlar bütünüyle kötü ve bütünüyle iyi birinden sıkılırlar hep." (s.93)

"Kendi kendimle konuşuyordum tabii, ama bu tür konuşmalar kendi içimize gömdüğümüz ikinci, sonra üçüncü kişiyle fısıldaşarak ahbaplık etmekten başka nedir ki?" (s.117)

"Beyaz perdenin üstünde gördükleri sokakları, giysileri, kadınları istedikleri için artık eski hayatlarına geri dönemeyip, sersefil olanların hikayelerini anlatmaya günler yetmezdi." (s.128)

"Mutluluk, insanın bilinçle istediği hayatı yaşaması." (s.130)

"Hafızamızın, biz yaşlandıkça fazla yük taşımak istemeyen huysuz bir yük hayvanı gibi attığı ağırlıklar en sevmediği yükler midir, en ağırları mı, yoksa en kolay düşenler mi?" (s.135)

"Mutsuzluktan tıkanacak gibi oldum." (s.135)

"Sanki ben ben değildim. Sanki olmam gereken kişi peşimdeydi." (s.138)

"Dünya dediğimiz rüyalar alemi, bir uykudagezerin şaşkınlığı içinde kapısından giriverdiğimiz bir evse eğer, edebiyatlar da, alışmak istediğiniz bu evin odalarına asılmış duvar saatlerine benzerler." (s.152)

"Gün boyunca ne zaman bir sıkıntıyla karşılaşsa, duygusuz, incelikten yoksun, duygusuz, incelikten yoksun, hırslı ve böylelerinin hep olduğu gibi kültürsüz kişilerin kabalıklarına ve acımasızlıklarına ne zaman katlanmak zorunda kalsa, zaten şimdi burada değilim ben, diye düşünüyormuş." (s.173)

"Onların tatsız ve yavan masallarının değil de, kendi hayallerimin bahçesinde gezinmekten öyle memnundum ki." (s.179)

"Kendim olamazsam onların olmamı istedikleri biri oluyorum ve onların olmamı istedikleri o insana hiç katlanamıyorum ve onların olmamı istedikleri o dayanılmaz kişi olacağıma hiçbir şey olmayayım daha iyi diye düşünüyordum." (s.180)

"Sinemadan çıkan kalabalığın yüzünde bir hikayeye gırtlaklarına kadar gömülebildikleri için kendi mutsuzluklarını unutan insanların huzuru vardı." (s.220)

"Bir başkasının belleğini ağır ağır edinmekten başka neydi ki okumak?" (s.312)

"Bu dünyada huzur bulamayan, bir başka dünyada yaşayan ve bir başka dünyanın sihrine bulanmış hayranlık verici kişilerden yürüttüğün bir maske." (s.343)

"Hiçbir şeyi merak etmeyecek kadar bu ülkeden umudu kestin." (s.344)

"Uykunun en güzel yanının insanın oılduğu kişiyle bir gün yerine geçeceğine inanmak istediği kişi arasındaki gözyaşartıcı uzaklığın unutulması olduğu kadar, duyduklarıyla hiç duymadıklarını, gördükleriyle hiç görmediklerini ve bildikleriyle hiç bilmediklerini huzurla birbirine kavuşturmabilmesi olduğunu bir kere daha anladı." (s.352)

"Kendi keşfi bütün hayatıydı, bütün hayatı da kendi keşfi." (s.401)

"Bütün anılardan, eşyalardan ve kitaplardan daha çekilmez olanı insanlardır." (s.411)

Orhan Pamuk-Kara Kitap

Cuma, Haziran 18, 2010

Bugünü Yaşama Arzusu

"Paltolarımızı çıkarıp eğlenceye katılmıyorsak hayat gösterisinin çoğu kaçar." (s.20)

"Nostalji ve kederin ekşi kimyasalları onu kuşatıyordu." (s.44)

"Hayat ciddi biçimde doğrusaldı ve geri dönüşü yoktu." (s.49)

"Bu kadar kendine acıma yeter. Sızlananlara ne diyeceğini biliyordu; bakışlarınızı dışarı çevirmenin bir yolunu bulun, kendinizin dışına çıkın. Evet yol buydu - bu pisliği altına çevirmenin bir yolunu bul." (s.49)

"Biz talihsiz insanlar geçmiş ve geleceğin o kadar etkisi altındayızdır ki, şu anda kısaca geziniriz." (s.104)

"Her intihar, hayatta kalanlarda bir şok, suçluluk ve öfke duyguları uyandırır." (s.134)

"Popülarite doğru ya da iyi olanı tarif etmez, tam tersine eşitlikçidir, farkları ortadan kaldırır. İnsanın değerlerini ve amaçlarını görmek için içini araştırmak daha iyidir." (s.172)

"Geçmişte başkalarının arkadaşlığını istediğimde, vermeyecekleri, aslında veremeyecekleri bir şeyi istediğimde, asıl yalnızlık oydu. Kimseye ihtiyaç duymamak hiçbir zaman yalnızlık değildir. Benim aradığım bahşedilen yalnızlık." (s.210)

"Gerçekte insanlıkdışı olan şey, kendi değerimi tahminimin önemsiz olan diğerlerinin bakışına göre bir mantar gibi inip çıkmasına izin vermemdir." (s.211)

"Sizin için savaşmaları için başkalarına güvenirseniz, kas sisteminiz dumura uğrar." (s.326)

Irvin Yalom - Bugünü Yaşama Arzusu (Ayrıntı Yayınları)

Perşembe, Haziran 17, 2010

Gündökümü (1975-1980)

"Çevremizi kuşatan çirkef içinde temiz kalma savaşımız." (s.7)

"Yığma semtler 'tepkisizlerle' dolu. Tepkisizler; düşünenleri, okuyanları, savaşanları küçümsüyorlar." (s.15)

"İlk bakışta bir yere bağlı olmak, bir partinin, bir kuruluşun üyesi olmak yeterli görünebilir. Ne var ki fazlaca yaslanıldığında bu duygu, edilgenliğin, avuntunun, yetinmenin tuzağına düşürebilir kişiyi." (s.17)

"Kitap, yaşamın bir parçasını oluşturuyorsa, derin bir iz bırakmışsa, söz etmemek de kadir bilmezlik olur diyoruz." (s.57)

"Doğuramamalarına yandığınız erkekler vardır. Hele haksız yere, salt dişiliklerinden ötürü ana olabilen bazı kadınları düşündükçe, neredeyse öfkelenir insan o yasaya." (s.59)

"Güneşin altında yeni bir şey yok sözü belki de doğrudur ama güneşin her gün yeniden doğduğu da yadsınamaz bir gerçek." (s.72)

"Bir deneseniz belki anlarsınız; yozlaşmış bir düzende yaşamanın bellibaşlı, adlı adınca bir hastalık olduğunu. Her insanın teşhis edilmiş kişiliğinin yanısıra, sahibi olmak istediği kişiliğin de bir o kadar önem taşıdığını." (s.77)

"Şu tavla, evde oynandı mı iyidir güzeldir de, kahvelerde bir erkeklik gösterisine dönüşür çoğu kere. Saldırganlık gittikçe artar, ürkütücü olmaya başlar; şeş-cihar, hep-yek gibi gizemli sözcüklerin de yardımıyla bir çeşit cinsel boşalım gerçekleşir." (s.109)

"Bir dostluğu yüklenemeyecek kadar yorgunum (evet dostluk yüklenilir, hem de ölesiye.)" (s.138)

"İçinizi habire kazırsanız, yinelemeye düşmekten kaçınamazsınız." (s.181)

"Edebiyat, bütünüyle geçmişimizdir, kendi yaşamadığımız anılarımızla da geçmişimizdir. Bir vasiyettir bize. Ya da geriye doğru verdiğimiz bir namus sözü." (s.271)

Tomris Uyar

Pazartesi, Mayıs 17, 2010

Uyuyan Adam

"Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bitmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca yıllık kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden başlatma makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bir yumuşak dehşet." (s.30-31)

"Roller hazır, etiketler de. Bebekliğindeki oturaktan yaşlılığındaki tekerlekli sandalyeye varana kadar oturulacak tüm yerler orada durmuş sıralarını bekliyorlar. Serüvenlerin öyle iyi betimlenmişler ki, en şiddetli isyan bile kimsenin kılını kıpırdatmayacaktır." (s.31)

"Odan dünyanın merkezi." (s.35)

"Düşlerine karşı ne yapabilirsin ki?" (s.73)

"Yalnızlığın büyülü çemberini kırmayacaksın. Ötekilerin birbirine yapıştığını, birbirine sokulduğunu, birbirine sarıldığını görüyorsun. Oysa sen, ölü bakışlı, saydam bir hayaletten, külrengi bir cüzzamlıdan, çoktan toza dönüşmüş bir siluetten, kimsenin yaklaşmadığı tutulmuş bir yerden başka bir şey değilsin. Olasılık dışı karşılaşmaların umuduyla kendini zorluyorsun. Ama deri, bakır, ağaç senin için ışıldamaya başlamıyorlar ki, ışıklar yoğunluklarını senin için azaltmıyorlar ki, sesler senin için duyulmaz hale gelmiyorlar ki..." (s.75)

"Mutsuzluk üzerine atılmadı, üstüne çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse tatlılıkla sokuldu." (s.76)

"Üç kuruşluk sığınaklarından başka, aptalca sabrından başka, seni her seferinde çıkış noktana geri döndüren bir dönemeçten başka yardıma çağıracağın bir şey yok." (s.77)

"Varolan tek şey yalnızlık, her seferinde er geç karşında bulduğun, dost ya da yıkıcı yalnızlık; onun karşısında her seferinde yalnız kalıyorsun." (s.78)

Georges Perec - Uyuyan Adam

Cuma, Mayıs 07, 2010

Ölümsüzlük

"Nefretin tuzağı insanı hasmına çok sıkı biçimde bağlamasıdır." (s.33)

"İşte savaşın edepsizliği: Karşılıklı dökülen kanların yakınlığı, birbirlerinin gözlerinin içine bakarak birbirlerinin yüreklerini delen askerlerin şehvetli yakınlığı." (s.33)

"Yalnızlık: Bakışlardan kurtulmanın tatlı rahatlığı. Bakışlar ezici yükler ve vampir öpücükleridir." (s.37)

"İnsanlar arabalarda savaş alanlarındaymış gibi ölüyorlar ama modern insanın gururu otomobiller yasaklanamıyor." (s.104)

"İmagoloji son yıllarda ideolojiye karşı radikal bir zafer kazandı. Bütün ideolojiler yenilgiye uğradı: Sonunda doğruların maskesi düştü ve hayal olduğu ortaya çıktı." (s.180)

"Haberleri dinlemek bir sigara içip atmak gibi bir şey." (s.36)

"Trajedilerin vazgeçilmez koşulu nedir? Değeri insan yaşamından daha yüksek kabul edilen ideallerin varlığı. Ya savaşların koşulu nedir? Seni ölmeye zorluyorlar çünkü yaşamından daha değerli bir şey olduğunu kabul ediyorlar." (s.137)

"Derin anlaşmazlıkları olan iki insanın birbirini sevebileceğini söyleme sakın. Çocuk masallarıdır bunlar. Düşüncelerini kendilerine saklasalar ya da önemlerini azaltmak için şakalaşır gibi konuşsalardı sevebilirlerdi belki birbirlerini." (s.138)

"Aslında savundukları görüş o kadar önemli değil onlar için. Ama o görüşü ben'lerinin bir niteliği yaptıklarından ona gelebilecek her zararı yüreklerinde açılmış bir yara kabul ederler." (s.139)

"Büyük uygarlık, tarih adı verilen Avrupa sapkınlığının kızıdır." (s.139)

"Savaş ve kültür Avrupa'nın iki kutbudur. Göğü ve cehennemi, gururu ve utancı. Ama onlar birbirlerinden ayrılamazlar. Biri bitince öteki de bitecektir.Birlikte kaybolacaklardır. Avrupa'da elli yıldır savaş olmamasının nedeni gizemli bir biçimde yine elli yıldır bir Picasso yetişememesine bağlıdır." (s.139)

"Başkalarını niçin sıktığımızı, hangi yanımızın onlar için sempatik geldiğini, hangi yanımızı gülünç bulduklarını hiçbir zaman bilemeyiz; kendi imajımız bizim için büyük bir sırdır." (s.142)

"Felaket hiçbir zaman yalnız gelmez." (s.148)

"Aşkta umutsuzluğa düşmek ne kadar kolay." (s.148)

"İnsanın pençesini göstermesi gereken anlar vardır." (s.149)

"Tanım olarak duygu, içimizde bizden habersiz olarak ve biz istemeden ortaya çıkar. Onu hissetmek istediğimizde duygu artık duygu değildir. Duygunun taklididir, gösteriştir." (s. 217)

"Cinselliği özgürleştirmekle övünen ve romantik duygularla alay eden 20.yy, aşk kavramına hiçbir yenilik getirememiştir. Bu yüzyılın yıkımlarından biri de budur." (s.220)

"Müzik: Ruhu şişiren bir pompa." (s.227)

"Yollaz manzarada kaybolmadan önce insan ruhunda kayboldu; insan artık yürümek istemiyor ve yürümekten zevk almıyor. Yaşamı da artık bir yol olarak değil, karayolu olarak görüyor. " (s.247)

"En ilkel saptamalar her zaman en şaşırtıcı olanlardır." (s.258)

"Romanın en büyük talihsizliği dramatik gerilimdi. Çünkü her şeyi, en güzel sayfaları, en şaşırtıcı satırları ve gözlemleri, daha önce olup bitenlerin anlamının yoğunlaştığı son çözüme götüren basit bir yola dönüştürüyor. Kendi gelişiminin ateşiyle tükenen roman bir saman çöpü gibi yutuluveriyor." (s.264)

"Roman bir bisiklet yarışına değil, çok çeşitli yemeklerin sunulduğu bir şölene benzemelidir." (s.264)

"Utancın temelini oluşturan bizim yaptığımız bir hata değildir. Seçmediğimiz bir duruma düşmüş olmaktan dolayı küçük düşmek ve bunu herkesin görmesidir utancın temeli." (s.274)

"Kuşkusuz çocuk hakları bütün öteki hakların üstündedir." (s.276)

"Eskiden dünyayla uyuşamayan ve onun sıkıntılarını da acılarını da paylaşamayan insanlar manastıra girerlerdi. Ama çağımız insanlara dünyayla uyuşmazlık içinde olmayı yasakladığından manastırlar da bitmiştir. Dünyadan ve insanlardan uzak yerler yoktur artık." (s.285)

"Yaşamak: Dünya adına acılı ben'i taşımak. Ama var olmak mutluluktur. Var olmak, evrenin ılık bir yağmur suyu gibi içine düştüğü çeşmeye, taş bir havuza düşmektir." (s.286)

Milan Kundera - Ölümsüzlük

Cuma, Nisan 02, 2010

Sırça Fanus

"Tıpkı bir hortumun merkezindeki nokta gibi durgun ve bomboş, çevremdeki hayhuyun içinde yuvarlanıp gidiyordum." (s.6)

"Birinden hiçbir şey beklemeyince asla düş kırıklığına uğramaz insan." (s.62)

"Bir erkeğin evlenmeden önce bir kadına verdiği tüm güllere öpücüklere ve akşam yemeklerine karşın, gizliden gizliye istediği tek şey, evlilik işlemleri biter bitmez kadının mutfak paspası gibi ayaklarının altına serilmesiydi." (s.88)

"Belki de gerçekten evlenip çocuk doğurduktan sonra insanın beyni yıkanmış gibi oluyor ve ondan sonra özel bir totaliter devletin kölesi gibi duyuları körlenerek yaşayıp gidiyordu." (s.89)

"Dünyadaki en güzel şey gölge olmalıydı. Gölgenin milyonlarca kımıldayan şekli ve çıkmaz sokakları. Büro çekmecelerinde, dolaplarda, bavullarda hep gölge vardı. Evlerin, ağaçların, taşların altında ve insanların gözlerinin, gülümsemelerinin ardında da gölge vardı. Ve dünyanın gece tarafında kilometrelerce gölge vardı yine." (s.152)

"Nefret ettiğim bir şey varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup iyiyim demenizi beklemeleridir." (s.183)

Sylvia Plath - Sırça Fanus (The Bell Jar)

Perşembe, Nisan 01, 2010

Milenyum İnsanları

"Hafızanın aldatıcı bir tuzak olduğunu iddia ederdi, ruj izi silinmiş bir bardakta önceki geceden kalmış tortular gibi." (s.11)

"Siyah çok duygusal bir renktir. Her türlü saçmalığı onun ardında gizleyebilirsin." (s.52)

"Amerika Hollywood'u yarattı ki insanlar hiç büyümek istemesin. Bizim global sorunlara ilişkin kaygılarımız, depresyonumuz, orta yaş pişmanlıklarımız var. Onların ise Hollywood'u." (s.52)

"Turizm büyük bir uyuşturucu. Devasa bir güven numarası ve insanlara yaşamlarında ilginç bir şey olduğu gibi tehlikeli fikirler veriyor. Var oluş biçimlerindeki her yükseliş aynı havaalanlarına ve tatil köylerine, aynı hindistancevizi ve ananaslı içki saçmalıklarına taşıyor insanları. Turistler esmer tenlerine ve parlayan dişlerine bakarak gülümsüyor ve mutlu olduklarını sanıyorlar. Ama yanık tenleri onların aslında kim olduklarını gizliyor; kafaları Amerikan çöplüğüyle dolu ücretli köleler. Seyahat XX. yüzyılın bize bıraktığı son fantezi; bir yerlere gitmenin kendimizi yeniden yapılandırmamızı sağlayacağına dair bir yanılsama." (s.53)

"Şiddet çok özel bir anahtardır. Herkes şiddeti hayal eder ve eğer çok sayıda insan aynı düşü görüyorsa, korkunç bir şey yolda demektir..." (s.55)

"XX. yüzyıl yaptığımız her şeyi, düşünce biçimimizi şekillendiriyor. Onun için söyleyebileceğimiz çok az şey var. Savaşlar, soykırım gibi, dünyanın yarısı aç, diğer yarısı da kendi ölü zihinlerinde uyurgezer bir halde. Tüm şu hipermarketlerle ve kapılarla çevrelenmiş topluluklar." (s.62)

"Psikiyatri en iyi performansını başarısızlıklarla uğraşırken sergiliyordu, başarı karşısında değil." (s.90)

"Bir arkadaştan daha kolay vazgeçilen bir şey olmadığını anlamıştı." (s.115)

"Trafik kazaları genellikle insanın içindeki kötüyü ortaya çıkarır." (s.129)

"Biz bir önceki sınıftan kalma rantçı sınıfız." (s.133)

"Tanrı'ya inandığımızı düşünüyoruz, ama ölüm ve yaşamın gizemleri karşısında deli gibi korkuyoruz. Fazlasıyla kendimizi merkez alıyoruz ama kendi benliklerimizin sınırlılığı düşüncesiyle baş edemiyoruz. İlerlemeye ve aklın gücüne inanıyoruz, ama insan doğasının karanlık yönleri de bizi ele geçiriyor. Seks saplantımız var, ama imgelemden korkuyoruz ve sarsılmaz tabularla kendimizi korumaya alıyoruz. Eşitliğe inanıyoruz, ama alt sınıflardan nefret ediyoruz. Kendi bedenlerimizden korkuyoruz ve her şeyden önemlisi ölümden korkuyoruz." (s.133)

"Polis şiddetinin, protestoculardan gelen direnişle değil, polisin kendi can sıkıntısıyla doğru orantılı olduğunu fark etmiştim." (s.150)

J.G. Ballard - Milenyum İnsanları

Perşembe, Mart 25, 2010

Kara Prens

"Kimi şanslı çocukların, geçmişlerine dair, yerel yaşam alanı olarak andıkları bahçeleri ya da manzaraları vardır." (s.15)

"Biz ve sanat birbirimiz için yaratılmışız ve bu bağın koptuğu yerde insan yaşamı da kopar." (s.16)

"Hem vergi memurları, hem de diş hekimleri insan doğasında yer alan derin korkuları ortaya çıkartabiliyor. Bizlere, alınan her keyfin, yıkıcı da olsa bir karşılığı olduğunu, bu keyiflerin bize karşılıksız değil, ödünç olarak verildiğini, en vazgeçilmez melekelerimizin bile gelişir gelişmez çürümeye başladığını hatırlatıyor." (s.17)

"Zorbalara hayır diyen insanların ve büyük sanatçıların önünde eğiliyorum." (s.20)

"Evlilerle evli olmayanlar arasında doğal bir kutuplaşma vardır. Evli insanların içgüdüsel olarak karşımda benden ne kadar şanslı oldukları, hatta benden daha doğru yapıyor olduklarını ima eden gösteriler yapmalarına tahammül edemem." (s.31)

"Belki de kurtuluşun sırrı burada yatıyordu. Karşındakinin yaptığı kötü hareketin ayrıntılarını görmezden geleceksin." (s.44)

"Başka insanların hayatında gezinip duran bulutumsu bir ektoplazma olmak istemem. Herkese belli belirsiz sempati göstermek, aynı zamanda bir insanı gerçekten anlayabilmeyi de engelleyen bir şeydir." (s.51)

"Bulanık romantik mitler sanat değildir. Sanat hayal gücüdür. Hayal gücü değişir, eriyip kaynaşır. Hayal gücü yoksa bir elinde aptalca ayrıntılar, öbür elinde boş hülyalar kalır. Sanat sonsuz sınırlamalar ve sessizlikten çıkar." (s.52)

"Sanatçı gerçeği yansıtabileceği özel bir dili öğrenen kişidir." (s.66)

"Kendimizi betimlemelerle savunuyor, dünyayı genellemelerle yumuşatıyoruz." (s.83)

"İyinin zaferi diye bir şey yoktur, zafer varsa bu iyinin zaferi değildir. Gözyaşlarının kurutulması, masumların ve haksızlığa uğrayanların acılarının silinmesi diye bir şey yok." (s.109)

"Bazı insanların sanki otomatik bir tepki haline getirdikleri saplantılı egoist kaygıları ve içlerinde saklayıp atamadıkları ukdeler vardır." (s.126)

"Birini sevsen de onu affetmeyebiliyorsun." (s.129)

"Kader duygusu aptalca bir köleliğe sürükleyebilir insanı." (s.146)

"Dostlukların çoğu donmuş ilişkilerden ve gelişemeyen yarı düşmanlıklardan oluşur." (s.173)

"İnsan denilen hayvanı en iyi kaygı duygusu tanımlıyor. Kaygılar azaldıkça, beni bütün insanlardan sıyıracak bir inziva hem özgürlüğümün, hem de geçmiş köleliğimin derecesini ölçebiliyor." (s.183)

"Mektuplar ne kadar tehlikeli makineler. Galiba yavaş yavaş demode olmaları o kadar kötü bir şey değil. Mektuplar sonsuz kere okunabilir ve yorumlanabilir; hayal gücünü ve fantezileri harekete geçirebilir; ısrarcı olabilir, kor gibi yanan kıpkırmızı bir gösterge olabilir." (s.184)

"Kendisini parfümlü banyo suyu gibi dünyanın üzerine boşaltarak ona hakim olmaya çalışıyordu." (s.187)

"Elem insanda kıvılcımlar yaratmalı, kendine acıma duygusu değil." (s.188)

"İnsan ruhu -dinde ender de olsa görülebilen o mucizeler bir yana- yalnızca aşk ve sanat tarafından işareti verilebilen bir sonsuzluğa hasrettir." (s.210)

"Eğer amaçlanan mükemmellikse, hayat ve sanatı kesinlikle birbirinden ayrı tutmalı." (s.213)

"Kendi zihnimizden habersiz oluşumuzun o işkence edici tuhaflığı, kendi kendimizin gizliliğinin verdiği o ayrıcalıklı rahatlık yok mu." (s.239)

"Zaman bir kaygı, bir korkudur. Silinir gider." (s.243)

"Kıskançlık günahların en gönülsüzce yapılanıdır. Hem en çirkini, hem de en kolay affedilebilir olanıdır... " (s.246)

"Ruh kimi zaman öyle viran oluyor ki, yalnız adı kalıyor." (s.254)

"Ah, insan biçiminin o zavallı dayanıksızlığı, yumurta kabuğu gibi kırılganlığı! Et ve kemikten yapılma, bu güvenilmez, çabucak kırılabilen makine, öldürürcesine kendine çeken sert yüzeyli bu gezegende nasıl hayatta kalabiliyordu?" (s.306)

"İnsan şiddetle arzuladığı bir şeye sonunda kavuştuğunda zamanın durmasını istiyor." (s.313)

"Mutlu aşk benliği çözerek dünyayı görünür kılar. Mutsuz aşk ise saf acının açığa çıkmasıdır." (s.342)

"Affetmek hep bir duygu gibi düşünülür. Aslında duyguların sona ermesi demektir." (s.375)
Iris Murdoch - Kara Prens (Ayrıntı Yayınları)

Çarşamba, Mart 24, 2010

Bayan "Hayatbirrüyadır"ın Yeldeğirmenleri

"Düşçü amca düşlerini pırıl pırıl yıkamış, kurulamış, saçlarını taramıştı. Onları özenle dizdi raflara. Bu işi büyük bir dikkatle yaptı. Onları özenle dizi raflara. Düşçü amca bu rafları her gün siler. Bir tek toz zerresi bile bulamazsınız. Öyle iyi bakar ki düşlerine, çocukları gibi. Bu şehrin en taze düşlerini o satar. Düşçü amcanın düşleri mis gibi kokar..." (s.9)

"Tüm patronlar gibiydi işte: Vücudundaki yağ ve beyin hücreleri birbirine ters orantılı, suyu çekilmiş bir değirmene dönmüş, yaş ve kilo kompleksi ihtiva eden, Cin Ali'nin ilk yedi cildini sular seller gibi ezberlemiş, dinazor vücutlu, kuş beyinli mitolojik hayvanlar. Bunlar hayatlarının büyük bir kısmını Teodora soyuyla geçirirler, dokuzuncu sınıf hayaller kurarlar ve Carpe Diem yaşarlar. Hayatları minyatür gibidir: hiyerarşik ve iki boyutlu. Evlerinde devasa köpekler beslerler. Beyinleri en sevdikleri ikinci organlarıdır -varsa şayet." (s.16)

"Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilirdi ki!" (s.27)

"Akıntıya kürek çekmekten, deniz görmeyen semtlerden, televizyondan, gazeteden, beraber ve solo türkülerden, yağmurlu günlerde üstüne su basınca arasından su fışkırtan kırık parke taşlarından, sıkıntılı havalardan, genelevlerden, çizik plaklardan, bozuk pikaplardan, davetsiz misafirlerden, camın ötesindeki göklere uzanan beton yığınlarından, telefon beklemekten, aşık olmaktan, sigara dumanından, güzel kitapların bitmesinden, pis kokan insanlardan, kalabalık otobüslerden, başkasına ait gazeteyi süzen gözlerden ve pastel boya takımında kullanılmayan tek renk olmaktan nefret ediyorum." (s.48)

"Türktü, doğruydu, çalışkandı, yurdunu, milletini özünden çok severdi. Yalnız ufak bir sorun vardı. Özünün ne olduğunu bilmiyordu." (s.48)

"Erkekler, Girl You Know It's True diyen Milli Vanilli'lere benzerler, mumları yatsıdan önce söner." (s.124)

"Doğunun hastalığı: Merkeziyetçilik." (s.134)

"Alışmıştım zaten, hep zaplanan kanaldım ben, ileri sarılan bir şarkı, naftalinlenen kazak." (s.143)

"Aşk sonsuza kadar tek ayak üstünde trombon çalmak demekti. Asla yanlış notaya basmadan ve allegro. Tabii tek ayak üstünde çalacaktı. İki ayağı ne zaman yere basmıştı ki." (s.170)

"Aşkına hiç nokta koymasın diye ona kucak dolusu virgül getirmiş, üstelik adios kelimesini de bütün sözlüklerden silmişti." (s.170)

"Yaşamak dönme dolap değil, daha ziyade dönme dolaplardan birine başaşağı sıkışıp dönmek gibiydi." (s.171)

"Mutluluk uçup gittikten sonra mutluluğu hatırlamak kadar büyük bir elem daha yoktur dünyada." (s.173)

"Sevgiden ve aşktan başka her şeyin küçüğünü severdi." (s.181)

"En güzel romanların biteceğini düşünerek yaşayamazsınız." (s.181)

"Aşk da gitar anfisi gibi bir şey. Çift girişli olunca çabuk bozuluyor." (s.309)

"Hayallerini kendileri yaratamayanlar diğer hayallere aldanırlar. Onları yaratanlardan daha çok, o hayaller için savaşırlar." (s.316)

"Hayata ciddi olmak için gelenleri görüyorum dostum. Ellerine hiçbir şey geçmiyor. Bense gönlümü hayallerimin tepelerine giderek eğleniyorum." (s.317)

"Keşke insanın kötü günleri için joker bulunsaydı." (s.322)

Özlem Kumrular - Bayan "Hayatbirrüyadır"ın Yeldeğirmenleri

kitap hakkında

Pazartesi, Mart 22, 2010

Stiller

"Gerçek bir hayat, sararmış bir albümde değil de yaşayan bir şeyde biriken bir hayattır. Tanrı bilir ya, mutlaka çok önemli, tarihe mal olmuş, unutulmaz olmak zorunda değildir." (s.62)

"İnsanın kendi kendisiyle özdeşleşmesi. Yoksa hiç var olmamış demektir!" (s.62)

"Belki de hayat, gerçek hayat suskundur -geriye resim de bırakmaz." (s.62)

"İnat gerçek bağımsızlığın tam tersidir." (s.79)

"Yazmak, okuyucularla bağlantı kurmak değildir, insanın kendi kendisiyle bağlantı kurması da değildir, yazmak ifade edilemeyenle bağlantı kurmaktır." (s.315)

"Çocukluk çağı dışında müthiş bir yılgınlık vardır." (s.354)

Max Frisch - Stiller (YKY)

kitap hakkında

Tavan arası