"Hem her şeyi bir bıçak gibi delip geçiyor, hem de dışarıda kalıp bakıyordu. Arabaları gözlerken hep böyle onulmaz bir duygu, sanki çok uzaklardaymış, denizin ortasında yapayalnızmış gibi bir duygu kaplardı yüreğini."
“Sevmek, insanı yalnız kılıyor."
"Bazı anlar ne tuhaf bir gücü vardır seslerin."
"İnsan aşıkken başkalarının kayıtsızlığı çok gücüne gider."
“Zaman direklere çarpar. Kalakalırız. Duygudan yoksunuzdur, insanın
gövdesini ayakta tutan, artık alışkanlıkların iskeletidir. O da
bomboştur zaten.”
"Sanki biri beynindeki perdeleri açmış, kepenkleri kaldırmış, kılını bile kıpırdatmadan keyfince dolaşabileceği sokaklar sermişti önüne."
"İnsan hayatının yarısı uydurmakla geçer. İşin tuhafı, bunu kimseyle paylaşamaz."
"Hayat, aksamak bilmeyen bir yüreğin atışıyla sokaklara doluyordu."
“Aslında yalnızca yaşadıkları anın tadını arttıracak kadar bir incelik,
bir bağlılık, bir sevecenlik vardır insanlarda. Sürüler halinde ava
çıkarlar. Çölü tarar, haykırarak dalarlar bozkıra. Düşenlere dönüp
bakmazlar bile. Yüzlerinde alçıdan maskeler vardır."
"Yalnız, tek başına kalma isteği, iç rahatlığına kavuşma isteği, bu çirkin, bu zayıf, bu donuk, bu zavallı cücelerin, bu kadınlarla erkeklerin ötesindeki bir şeye duyulan istek."
"Ama yine de sıcaktı güneş. İnsan yine de güçlükleri alt edebiliyordu. Yine de günler bağlanıyordu birbirine..."
"Bu aşırı duygululuk yemişti başını."
"Demek dünyadaydı suç - yani duygularını yitirişinin suçu."
“Zamanla şu kanıya varmıştı ki, söylenmeye değer tek şey duygulardı,
içten gelenlerdi. Zeka saçmaydı. İnsan içinden geleni söylemeliydi
yalnızca.
"Bir tökezleyecek olsa insan yaratılışı peşini bırakmaz artık."
“Hepimiz birer mahkum değil miydik? Geçenlerde çok iyi bir oyun
okumuştu, oyundaki adam hücresinin duvarına bir şeyler çiziyordu, hayat
da böyleydi işte. Boyuna duvara bir şeyler çiziyorduk.”
"Neden insanlar geniş görüşlü ve yalın olamıyorlar?"
Virginia Woolf - Mrs.Dalloway (İletişim Yayınevi - Çeviri: Tomris Uyar)
Cuma, Ocak 20, 2012
Perşembe, Ocak 19, 2012
Kendine Ait Bir Oda
"Yoksa öfke, gücün o bildik refakatçi cinlerinden miydi?"
"Sekiz çocuk doğurmuş bir kadın dünyanın gözünde yüz bin pound kazanmış bir avukattan daha mı değersizdi?"
"Evlilik, özellikle şövalye niteliklerine sahip yüksek sınıflarda, kişisel bir beğeni olayı değil, ailesel bir açgözlülük meselesiydi."
"Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte ise hiç görülmez. Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır. Tarih kadından hemen hemen hiç söz etmez."
"Kadının eleştirisi karşısında duydukları tedirginliği ve bir kadının herhangi bir eleştiriyi, bir kitabın kötü, bir resmin yetersiz olduğunu ya da başka bir şeyi, aynı eleştiriyi getiren bir erkekten çok daha fazla acı vermeksizin söylemesinin olanaksızlığını da açıklar. Çünkü kadınlar gerçeği söylemeye başlarsa erkeğin aynadaki görüntüsü küçülmeye başlar; yaşam karşısındaki uyumsuzluğu yok olur. Aynadaki görüntü son derece önemlidir, çünkü canlılığı pekiştirir. Bunu elinden aldığımızda erkek, kokaini elinden alınan bir uyuşturucu bağımlısı gibi ölüp gidebilir."
"İmzasız birçok yapıtın ardında bir kadının gizlendiğini varsayacak kadar ileri gidebilirim."
"Her şey, dahiyane bir yapıtın bir bütün olarak ve hiç örselenmeden yazarın usundan çıkabilme olasılığına karşıdır. Genelde maddi koşullar buna karşıdır...Üstüne üstlük tüm bu güçlükleri belirginleştirip katlanılmasını daha da güçleştiren, dünyanın o meşum vurdumduymazlığı vardır. Maddi güçlükleri aşmak olanaksızdı; ama daha kötüsü, maddi olmayanlardı. Keats ve Flaubert ile öbür erkeklerin güçlükle katlandıkları dünyanın aldırmazlığı, kadınların durumunda aldırmazlık değil, düşmanlıktı. Dünya erkeğe dediği gibi kadına da istersen yaz, beni hiç ilgilendirmiyor, demiyordu. Dünya kaba bir kahkahayla, yazmak mı diyordu. Yazmak senin neyine? Her zaman karşısında başkaldırılacak, üstesinden gelinecek, bunu yapamazsın, onu beceremezsin diyen o iddia vardı."
"Kendileri için söylenenlere en çok aldıranlar, tam tersine deha sahibi kadınlar ve erkeklerdir... Yazın, başkalarının düşüncelerine mantığın ötesinde aldırmış kimselerin enkazlarıyla kaplıdır."
"Başyapıtlar, tek ve her şeyden ayrı olarak doğmazlar; yılların ortak düşüncesinin ürünüdürler."
"Her durumda roman, insanın iç gözünde belli bir biçimin izlerini bırakan bir yapıdır."
"Kabaca dile getirilecek olursa, 'önemli' olan futbol ve spordur; modaya taşınmak, giysiler satın almak 'önemsiz'dir. Ve bu değer ölçütleri kaçınılmaz biçimde yaşamdan yazına aktarılırlar. Eleştirmen, 'bu önemli bir kitap' diye düşünür çünkü savaşı ele almaktadır. 'Bu önemsiz bir kitap' diye düşünür, çünkü oturma odasındaki kadınların duygularını ele alıyor. Değer ölçütlerinin farklılığı, daha incelmiş biçimlerde her yerde varlığını sürdürür."
"Kitaplıklarınızı istediğiniz kadar kapatıp kilitleyin; ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur..."
"Bir kitap art arda dizilen cümlelerden değil, bir benzetme yapmak gerekirse, kemerlere, kubbelere dönüştürülmüş cümlelerden meydana gelir."
"Kadınlar erkekler gibi yazıp erkeklere benzerlerse, çok yazık olur; çünkü dünyanın büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında, iki cins bile yetersiz kalırken, yalnızca bir tanesi ile nasıl idare ederiz? Eğitim, benzerlikler yerine farklılıkları ortaya çıkarıp güçlendirmemeli midir?"
"İki cinsin birbirine kışkırtılması; üstünlük iddialarının ve zayıflığın bir tarafın üstüne yıkılması, insanlığın taraflara bölünmüş olduğu ve bir tarafın öbürünü yenmesi gerektiği gibi konular, kürsüye çıkıp başöğretmenin elinden süslü püslü bir kupa almanın çok önemli olduğu ortaokul aşamasına aittir."
Virginia Woolf - Kendine Ait Bir Oda (İletişim Yayınevi, Çeviren: Suğra Öncü)
"Sekiz çocuk doğurmuş bir kadın dünyanın gözünde yüz bin pound kazanmış bir avukattan daha mı değersizdi?"
"Evlilik, özellikle şövalye niteliklerine sahip yüksek sınıflarda, kişisel bir beğeni olayı değil, ailesel bir açgözlülük meselesiydi."
"Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte ise hiç görülmez. Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır. Tarih kadından hemen hemen hiç söz etmez."
"Kadının eleştirisi karşısında duydukları tedirginliği ve bir kadının herhangi bir eleştiriyi, bir kitabın kötü, bir resmin yetersiz olduğunu ya da başka bir şeyi, aynı eleştiriyi getiren bir erkekten çok daha fazla acı vermeksizin söylemesinin olanaksızlığını da açıklar. Çünkü kadınlar gerçeği söylemeye başlarsa erkeğin aynadaki görüntüsü küçülmeye başlar; yaşam karşısındaki uyumsuzluğu yok olur. Aynadaki görüntü son derece önemlidir, çünkü canlılığı pekiştirir. Bunu elinden aldığımızda erkek, kokaini elinden alınan bir uyuşturucu bağımlısı gibi ölüp gidebilir."
"İmzasız birçok yapıtın ardında bir kadının gizlendiğini varsayacak kadar ileri gidebilirim."
"Her şey, dahiyane bir yapıtın bir bütün olarak ve hiç örselenmeden yazarın usundan çıkabilme olasılığına karşıdır. Genelde maddi koşullar buna karşıdır...Üstüne üstlük tüm bu güçlükleri belirginleştirip katlanılmasını daha da güçleştiren, dünyanın o meşum vurdumduymazlığı vardır. Maddi güçlükleri aşmak olanaksızdı; ama daha kötüsü, maddi olmayanlardı. Keats ve Flaubert ile öbür erkeklerin güçlükle katlandıkları dünyanın aldırmazlığı, kadınların durumunda aldırmazlık değil, düşmanlıktı. Dünya erkeğe dediği gibi kadına da istersen yaz, beni hiç ilgilendirmiyor, demiyordu. Dünya kaba bir kahkahayla, yazmak mı diyordu. Yazmak senin neyine? Her zaman karşısında başkaldırılacak, üstesinden gelinecek, bunu yapamazsın, onu beceremezsin diyen o iddia vardı."
"Kendileri için söylenenlere en çok aldıranlar, tam tersine deha sahibi kadınlar ve erkeklerdir... Yazın, başkalarının düşüncelerine mantığın ötesinde aldırmış kimselerin enkazlarıyla kaplıdır."
"Başyapıtlar, tek ve her şeyden ayrı olarak doğmazlar; yılların ortak düşüncesinin ürünüdürler."
"Her durumda roman, insanın iç gözünde belli bir biçimin izlerini bırakan bir yapıdır."
"Kabaca dile getirilecek olursa, 'önemli' olan futbol ve spordur; modaya taşınmak, giysiler satın almak 'önemsiz'dir. Ve bu değer ölçütleri kaçınılmaz biçimde yaşamdan yazına aktarılırlar. Eleştirmen, 'bu önemli bir kitap' diye düşünür çünkü savaşı ele almaktadır. 'Bu önemsiz bir kitap' diye düşünür, çünkü oturma odasındaki kadınların duygularını ele alıyor. Değer ölçütlerinin farklılığı, daha incelmiş biçimlerde her yerde varlığını sürdürür."
"Kitaplıklarınızı istediğiniz kadar kapatıp kilitleyin; ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur..."
"Bir kitap art arda dizilen cümlelerden değil, bir benzetme yapmak gerekirse, kemerlere, kubbelere dönüştürülmüş cümlelerden meydana gelir."
"Kadınlar erkekler gibi yazıp erkeklere benzerlerse, çok yazık olur; çünkü dünyanın büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında, iki cins bile yetersiz kalırken, yalnızca bir tanesi ile nasıl idare ederiz? Eğitim, benzerlikler yerine farklılıkları ortaya çıkarıp güçlendirmemeli midir?"
"İki cinsin birbirine kışkırtılması; üstünlük iddialarının ve zayıflığın bir tarafın üstüne yıkılması, insanlığın taraflara bölünmüş olduğu ve bir tarafın öbürünü yenmesi gerektiği gibi konular, kürsüye çıkıp başöğretmenin elinden süslü püslü bir kupa almanın çok önemli olduğu ortaokul aşamasına aittir."
Virginia Woolf - Kendine Ait Bir Oda (İletişim Yayınevi, Çeviren: Suğra Öncü)
Çarşamba, Ocak 11, 2012
Dalgalar
"Birbirimizde eriyoruz tümcelerle. Sisle çevriliyoruz. Hayali bir ülke yaratıyoruz."
"Güvercin havayı dövüyor tahtadan kanatlarıyla."
"Dünya bir bütün, ben dışındayım."
"Uykunun kara tüylerine batıyorum; kalın kanatları gözlerime çöküyor."
"Bu koca topluluk, çekip aldı benliğimi elimden."
"Hayallerle sıcaklaştırılmamış sözcükleri, kaldırım taşları gibi soğuk soğuk çarpıyor kafama."
"Bu mavi hep böyle kalabilseydi; bu açıklık hep böyle durabilseydi; bu an hep böyle kalabilseydi..."
"Yüreğim demir atmış, yüreğim yüzüyor, tıpkı yelkenleri usulca beyaz güvertesine düşen yelkenli gibi."
"Büzülmüş kanatlarıyla uçamayan pervaneler gibi topal günlerdi onlar."
"Kaplanın sıçrayışları denli ansızın, aralıklı sarsıntılarla hayat, kara sorgucunu denizden yükselterek ortaya çıkıyor."
"Bu saçma sapan, beş para etmez, kendinden hoşnut dünyanın, bu at kılından kanepelerin, bu rıhtımları ve geçit törenlerini gösteren renkli resimlerin pisliğini söyleyeyim. Bu kibirli kendinden hoşnutluğa, bu saat zincirlerinde asılı mercan süslerle at satıcıları üreten dünyanın bayağılığına bütün gücümle haykırabilirdim."
"Gerçek benliğim, varsaydığım benliğimle ilişkisini kesiyor."
"Yüreğim kaburgalarımı dövüyor."
"Dostlarımızın kendi gereksinimlerini karşılamak için bizi ele aldıkları gibi basit değiliz. Yine de sevgi yalındır."
"İnsanlar geliyorlar. Kabalıklarını, ilgisizliklerini örtmek için ölgün gülümseyişler fırlatarak beni kıskıvrak yakalıyorlar."
"Özü kesin olanlar, tam olarak yalnızlıklarında var oluyorlar. Işıklandırılmaya, çoğaltılmaya kızıyorlar."
"Sürekli geliyor yabancılar, bir daha hiç görmeyeceğimiz kişiler, teklifsizlikleriyle, ilgisizlikleriyle, bizsiz süregiden dünya anlayışlarıyla istemimiz dışında bizi süpürüp geçen kişiler."
"Rüzgarın nefesi, soluk alan kaplanı andırıyordu."
"Üfleyen biri olmamasına karşın, yaprak, çalılar arasında dans etti."
"Güneşten kızmış köşede, taç yaprakları yüzdü yeşilin derinliklerinde."
"Üzerime sıçrayan duygu sarsıntısından korkuyorum; çünkü, başa çıkamıyorum onunla, sizin yaptığınız gibi bir anı, sonrakinin içinde eritemiyorum ve ben anlık sıçramanın sarsıntısıyla düşersem siz benim üzerime basacaksınız, beni paramparça ederek."
"Hepsinin üzerinde, insan çabasının işe yaramazlığı kuluçkaya yatmış."
"Gözleri, öylesine çabuk çabuk kımıldadıkları için hiç kımıldamamış gibi görünen pervane kanatlarına benziyor."
"Arayış yollarından, gençliğin belirsizliklerinden, göz kamaşmalarından çıkmış, dümdüz önümüze bakıyoruz. Farklılıklarımız keskin güneş ışığı altında kayaların gölgeleri denli kesin belirlenmiş."
"Çevremde, ilgisizliğin geniş boşluğu yayılıyor."
"Ormanlar, yeryüzünün öteki yakasındaki uzak ülkeler."
"Bitkin bulutlar, cilalı balinalar gibi karanlık gökyüzünde geziniyor."
"Aşçı yamaklarının dağıttığı çorba kaseleri gibi yüzler, bayağı, açgözlü, gelişigüzel yüzler; sarkık paketlerle vitrinlere bakan; göz süzen, silip süpürdüğü her şeyi yakıp yıkarak sevgimizi bile bozulmuş, şimdi onların pis parmaklarıyla dokunulmuş bırakan yüzler."
"Özlemini duyduğum gerçekten yapılma güzelliğin kanadı altına sığınabileceğim sessizlik köşkleri."
"Bilincin daracık, karanlık yollarını izlemek, geçmişe girmek, kitaplara konuk gitmek, itip açmak dallarını, bir meyve koparmak."
"Yeryüzünün pisliğine, bozulmuşluğuna karşı çıkmalıyız; dönen, girdaplar oluşturan, kusulmuş, ezen kalabalığına."
"İnsanlar, nasıl da nefret ettim sizden! Nasıl da dirsek vurdunuz, nasıl da önümü kestiniz, yer altı treninde karşılıklı oturup birbirinize gözlerinizi diktiğinizde nasıl da pistiniz!"
"Hep geceyi uzatmak, onu hayallerle daha doldurmak istedim."
"Dinle, ezen ayaklar arasında şakıyan bülbülü, zaferleri, göçleri."
"Yalın davranış biçiminin yüce ama kendini öne çıkarmayan güzelliği..."
"Hayat bir düş elbette. Yalımımız, yalnızca birkaç gözde oynaşan o bataklık buharı, az sonra savrulacak, sönecek her şey."
"Yanmış kağıttaki kıvılcımlar gibi dışarı çıktık, karanlık kükredi."
"Varlık, halkalar geliştirir; ağaç gibi. Ağaç gibi yapraklar dökülür."
"Hayat kusurlu, bitmemiş bir söz dizisi."
"Şükürler olsun yalnızlığa, ki gözün baskısını kaldırdı, bedenin yakarışlarını, tüm yalanlar ve söz dizileri gereksinimini kaldırdı."
"Nasıl da kat kat iyi sessizlik. Kazığın üzerinde kanatlarını açan yapayalnız deniz kuşu gibi kendi kendime oturmak nasıl da kat kat iyi."
Virginia Woolf - Dalgalar (İletişim Yayınları, Çeviren: Oya Dalgıç)
Pazar, Aralık 18, 2011
Gurur ve Önyargı (Aşk ve Gurur)
"Kadınların hayal gücü çok hızlı; bir anda beğeniden aşka, aşktan evliliğe sıçrıyor."
"Hiçbir şey, alçakgönüllü bir görünümden daha yanıltıcı olamaz."
"Okumak kadar tatlı bir şey yok! Başka her şey insanı kitaptan daha çabuk yoruyor!"
"Doğal bir kusurun üstesinden en iyi eğitim bile gelemez."
Jane Austen - Gurur ve Önyargı
Perşembe, Aralık 15, 2011
Delikanlı
"Her zaman yalan söyledikleri için bunu yapmak onlara kolay gelir; bense yalnız gerçeği yazmak istiyorum, işte zor olan da bu ya!"
"Kuvvetli bir insana bazen kendi kuvvetini taşımak çok zor gelir."
"Kimbilir insanların seni aşağılaması belki daha iyidir. Böylelikle hiç olmazsa kendilerini sevmek zahmetinden kurtarıyorlar."
"En basit, en alçak düşünceleri anlatmak, her şeyden zordur."
"Yeryüzündeki bütün dinler, bütün ahlaklar tek bir şey üzerinde toplanır: Erdemi severek kusursuz olmaya çalışmak. İnsanın aklına; bundan basit ne olabilir, diye bir düşünce gelir. Öyleyse haydi bakalım, erdemli bir şey yapın, kusurlarınızdan hiç olmazsa bir tanesinden kaçının bir kere. Deneyin ha! İşte bu da böyle!"
"Medenileştikçe medeniyete lanet ederiz ama bunun farkında olmayız."
"Başarılı olmayı hedefleyen bir kimsenin, başına gelecek zararları ve yıkımları da göze alması gerekir. Bu da, sağlam bir kişiliğe sahip insanlarda bulunabilir ancak."
"Para, bir hiçliği bile var gösteren biricik güçtür."
"İçten davrandığın halde, yine de gösteriş yaptığın olur."
"Burnunun ucundan ötesini göremeyen gerçekçilik, en çılgın hayallerden daha korkunç olur."
"İyi oldukları zaman bile tiksinmesini bil, çünkü en çok böyle zamanlarda kötü olurlar."
"İnsanlığa karşı sevgiyi de, ancak kendi ruhunda yarattığın o insanlığa karşı duyduğun sevgi olarak kabul etmek gerekir."
"Sadelik gerçekte en büyük kurnazlıktır."
"Bazı insanlar gülüşleriyle kendilerini büsbütün ele verirler, siz de onun bütün iç yüzünü bir anda anlayıverirsiniz. Hatta hiç şüphe yok ki zeki bir gülüş bazen iğrenç olur, iyi görebilmek için her şeyden önce içten olmak gerekir."
"Gülüş, ruhun hiç şaşmayan aynasıdır. Yalnız çocuklar kusursuz bir gülüşle gülmesini bilirler."
"İnsanın aklı çoğaldıkça, can sıkıntısı da artar."
"İnsanlarda ruh güzelliği yok, olmasını da istemiyorlar, hepsi mahvolmuşlar, ancak herkes kendi mahvulmuşluğuyla övünüyor, biricik gerçeğe başvurmayı da akıl etmiyorlar."
"Bu dünyada zaten ne var? Yalnız hayalden başka ne var?"
Fyodor Dostoyevski - Delikanlı
Cumartesi, Mayıs 28, 2011
İlahi Komedya

"Yaşam yolumuzun ortasında karanlık bir ormanda buldum kendimi, çünkü doğru yol yitmişti."
"Benden önce her şey sonsuzdu; sonsuza dek süreceğim bende...
İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu."
"Korku, insanı kimi zaman öyle ezer ki her türlü soylu girişimden vazgeçirir. Tıpkı yanıltıcı bir görüşün, hayvanı huylandırıp şahlandırması gibi."
"Sefalet zamanlarında mutlu anları hatırlamaktan daha acı bir şey yoktur."
"Gurur, hırs ve kıskançlık, kalpleri tutuşturan üç alevdir."
"Ruh, maddenin ağırlığı altında çökmezse, her mücadeleden zaferle çıkar."
"Bu yüzden yitiğiz biz, başka bir suçtan değil, tek cezamız umutsuz bir özlemle birlikte yaşamamız."
"Öyle şehvet düşkünüydü ki, yasal kılmıştı zevk alınan her şeyi örtmek için kendi ayıbını."
"Hile insana özgü bir kusurdur."
"Kuşku insana keyif veriyor, tıpkı bilgi gibi."
Dante Alighieri - İlahi Komedya
Cuma, Mayıs 27, 2011
Oscar Wao'nun Tuhaf Kısa Yaşamı

"Bana kalırsa uğursuzluk, lanet gibi şeyler yok. Bana kalırsa sadece hayat var. O da yetiyor zaten." (s.208)
Kitaba ilişkin
Junot Diaz - Oscar Wao'nun Tuhaf Kısa Yaşamı (The Brief Wondrous Life of Oscar Wao) - Everest Yayınları
Perşembe, Mayıs 26, 2011
Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana

"İyi olmak korkutucu bir iştir. İnsanlar onu gerer ve bazen ikiye bölerler." (s.152)
"Ölüm başka her şeyi üzücü kılar. Ama ölümün kendisi sadece korkutur. Eğer ölüm olmasaydı, kalan her şey lekelenmezdi." (s.155)
"Ruhunun buz kesip düştüğünü ve içinde beyaz jölelerin titrediğini hissetti." (s.185)
"Bütün kitaplar, oraya tünemiş, yüzlerce yıllık, derileri soyuluyor, birbirlerinin üzerine on milyon akbaba gibi yaslanıyorlar. Karanlık raflar arasında yürü ve bütün altın kitap başlıkları gözlerini sana doğru parlatsınlar." (s.210)
"Kötünün ne olduğunu bilmeden iyi olamayız." (s.222)
"Sana boş vaatlerde bulunurlar, sen boynunu uzatırsın ve -bam!" (s.222)
"Ölüm var olan bir şey değil. Hiçbir zaman var olmadı, hiçbir zaman var olmayacak. Ama onu belirlemek, anlamak için o kadar uzun yıllar resmini çizdik ki, onu bir varlık, tuhaf bir şekilde canlı ve hırslı olarak algılamaya çalıştık. O ise, her nasılsa durmuş bir saat, bir kayıp, bir son, bir karanlık. Hiç." (s.228)
Ray Bradbury - Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana (Something Wicked This Way Comes) -İthaki Yayınları
Cuma, Nisan 29, 2011
Kitap Hırsızı

"Çocuklar, çoğu zaman hantal sersemlikteki yetişkinlerden çok daha kurnaz olabiliyor." (s.31)
"Sözcüklerini avucunda biriktirip, iyice yoğurduktan sonra masanın üzerinden fırlatır gibi konuştu." (s.32)
"Sessizlik, kopmak için yakaran bir lastik gibi uzadı. Kız kopardı. "(s.129)
"Her ye

Hayretle gülümsedi.
Böyle bir oda nasıl olabilirdi! (...)
Gitgide oda küçüldü, ta ki, kitap hırsızı birkaç adımla uzanıp raflara dokunana dek. Tırnaklarının kitapların sırtına değip geçerken çıkarttığı tıkırtı sesini dinleyerek elinin tersini ilk raflarda gezdirdi. Çıkan ses bir çalgı sesi gibiydi ya da koşan ayakların notaları gibi. Peşpeşe raflar boyunca ellerini yarıştırdı. Ve kahkahalar attı. (...)
Kaç kitaba dokunmuştu? Kaç kitabı hissetmişti?
Raflara doğru ilerleyip bu kez daha yavaşça ve elinin içiyle tekrar kitaplara dokundu; avuçlarının içinde her kitabın sırtının oluşturduğu engebeyi hissediyordu. Işıklı bir hüzmeden yayılan parlak hüzmeler gibi büyülü bir histi, kusursuz bir güzellik karşısında duyulan his gibi. Birçok kez neredeyse yerinden çekip çıkaracaktı kitaplardan birini ama düzeni bozmak istemedi. Fazla mükemmeldiler." (s.129-130)

"Hiçbir insanın benimki gibi bir yüreği yoktur. İnsan yüreği bir çizgidir, oysa benimki bir daire ve doğru anda, doğru yerde olabilmek gibi sonsuz bir yeteneğim var. Bunun sonucu olarak insanları hep en iyi ve en kötü anlarında yakalayabiliyorum. Onların hem çirkinliklerini hem de güzelliklerini görüyorum; aklıma takılıyor, ikisini birden nasıl barındırabiliyorlar? Yine de kıskandığım bir yanları var. İnsanlar hiç değilse ölecek kadar sağduyulular (Ölüm) (s.480)
"Sözcüklerden nefret ettim ve onları çok sevdim, umarım onları doğru kullanmışımdır." (s.515)
Markus Zusak - Kitap Hırsızı (Book Thief) (Encore Yayınları)
Kitap Hırsızı üzerine
Çarşamba, Mart 23, 2011
Parkta (Marguerite Duras)

"İnsan daha başlamadığını sanır, oysa başlamıştır. Hiçbir şey yapmadığını sanır, oysa yapmaktadır. Bir amaca doğru yürüdüğünüzü sanırsınız, bir de dönüp bakarsınız ki, amaç ardınızda kalmış." (s.33)
"İnsanı bütün gün acıya boğan işe, meslek mi denir?" (s.37)
"İnsanlar konuşma ihtiyacı duydular mı, hemen göze çarpar bu, ve ne gariptir, genellikle, hiç de iyi karşılanmaz bu ihtiyaç. Yalnız parklarda garipsenmez." (s.40)
"Ne kadar karartırsanız karartın, gündüzün tehlikeleri sızar içeri." (s.44)
"Yaşamımı dolduran büyün o ufak tefek sorunlar, sanki o güne dek yalnız, hayalimde varmışlar gibi, bir anda eriyip gitmişti. Uzak bir geçmiş gibi hatırlıyordum onları ve hatırladıkça gülüyordum." (s.58)
"Herkesin sahip olduğu şeyleri kendiniz için, yalnız kendiniz için de isterken ruhunuzu kaplayan bezginliği yenmek çok güçtür." (s.59)
"Mutlu olmak, gölgeden kaçıp güneşi arayışımız gibi." (s.64)
"Hayal kurmayı unutmuş insanların o toprağa dönük, yorgun bakışı..." (s.65)
"İnsanlar aslında mutluluğa dayanamıyorlar. Mutlu olmak istiyorlar tabii, ama bunu elde eder etmez, birtakım yersiz düşlerle kendilerini yiyip bitiriyorlar... İnsanlar mutluluğa mı dayanamıyorlar, yoksa onu yanlış mı tanıyorlar, ya da kendileri için neyin gerekli olduğunun mu farkında değiller, mutluluğu kullanmayı mı beceremiyorlar, yoksa öteye beriye çekiştirmekten yorgun mu düşüyorlar, bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa, habire ondan söz ediyorlar, böyle bir sözcük ortada ve herhalde boşuna icat edilmedi." (s.66)
"Bütün koşullar sağlanıp işler iyi gitmeye başladı mı, insanla bunu bozmak için ellerinden geleni yaparlar. Acı bulurlar mutluluğu." (s.67)
"Nerede olursam olayım, vaktimi yitiriyormuşum gibi bir duyguya kapılmaktan korkuyorum." (s.85)
"Bazı insanlar yaşamaktan öyle büyük bir zevk alırlar ki, umut beslemeseler de olur." (s.89)
Marguerite Duras - Parkta (Yankı Yayınları)
Salı, Mart 15, 2011
Franny & Zooey

"Dünyada hoş şeyler de var. Hakkaten hoş şeyler yani. Hepsini birden ıskalayacak kadar da salağız biz. Olup biten her şeyi hemen o sefil küçük egolarımıza gönderiyoruz." (s.116)
"Kendi arzu ve özlemlerinin sonuçlarını bir yana bırakarak çekip gidemezsin..." (s.119)
"Bir sanatçının tek kaygısı, bir tür mükemmelliyete ulaşmaktır ve bunu da kendi dikte ettiği koşullarda yapar, başka hiç kimsenin değil." (s.150)
J.D. Salinger - Franny & Zooey (Yapı Kredi Yayınları)
Gönülçelen

"Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir." (s.23)
"Bu anneler böyledir zaten; tüm duymak istedikleri, oğullarının ne bitirim bir herif olduğudur." (s.59)
"Yan masadakiler yerlerinden kalkmasalar -kalkmazlardı da, namussuzlar- yerinize geçip oturamayacağınız o küçücük masalardandı." (s.85)
"Böyle, tanıştığıma hiç memnun olmadığım kimselere, durmadan

"Moralim öyle bozuktu ki, düşünemiyordum bile. Asıl derdim de bu benim. Moraliniz çok bozuksa, düşünemiyorsunuz bile." (s.91)
"Ömrünüzde bu kadar çok sahtekarı bir arada göremezdiniz, herkes çılgınlar gibi sigara içiyor, çevredekiler ne akıllı olduğunu anlasın diye bağıra bağıra oyun hakkında konuşuyordu." (s.123)
"Hayatta duyabileceğiniz en sahtekarca konuşmaydı. Ellerinden geldiği kadar çabuk bir yer adı düşünüyorlar, sonra o yerde oturan ve tanıdıkları birinin adını söylüyorlardı." (s.124)
"Tek yapacağın, derslerine çalışmak. Böylece bir gün kendine lanet bir Cadillac alacak parayı kazanmayı öğreneceksin." (s.127)
"Birinin moralini bozmak için ille de kötü bir herif olmak gerekmez ki; iyi bir herif olup, yine de moral bozucu olabilirsin." (s.161)
"En azından, beni dinliyordu. Biri sizi en azından dinliyorsa, durum o kadar da kötü sayılmaz." (s.164)
"Benim sorunum da bu işte; biri konuşurken konuyu dağıtırsa bu çok hoşuma gidiyor. Bana daha ilginç geliyor." (s.174)
"Başına bela sarıp düşmeye başlayan birine dibe vardığını anlama şansı verilmez. Düşer, düşer, düşer ama düştüğünü anlayamaz. Tüm düzen, hayatlarının şu ya da bu döneminde çevrelerinin onlara veremediği şeyleri arayan insanlar için kurulmuştur. Veya çevrelerinin onlara sağlayamadığını sandıkları şeyleri arayan insanlar için. Onlar da, aramaktan vazgeçerler." (s.178)
"Birisi arkamdan, 'İyi şanslar!' diye bağırdığında çok kızıyorum. Çok moral bozucu bir şey bu." (s.191)
"Sorun da buydu işte. Asla güzel ve huzurlu bir yer bulamıyordunuz, çünkü böyle bir yer yoktu." (s.192)

J.D. Salinger - Gönülçelen ya da Çavdar Tarlasında Çocuklar (The Catcher In The Rye) - Yapı Kredi Yayınları
Pazartesi, Mart 07, 2011
Şampiyonların Kahvaltısı

"Birçok vatandaş o kadar hiçe sayılıyor, aldatılıyor ve aşağılanıyor ki, yanlış ülkede, hatta yanlış gezegende yaşıyor olabileceklerini, korkunç bir hataya kurban gittiklerini düşünüyorlardı." (s.20)
"Tek bir düşüncenin bile, insanlığı kolera ya da veba kadar kolay yıkabileceğini bilmiyordu." (s.37)
"Dünyalılar kendileri yerine, biraz düşünsün diye bilgisayarları icat ettikleri zaman bile, onları bilgelikten çok dostluk için tasarladılar. Ve böylece belalarını buldular." (s.38)
"Gezegenin dört bir yanında, insanlarca yapılıp tapınılan büyük böceklerin kabukları vardı. Onlar otomobillerdi. Her şeyi öldürmüşlerdi." (s.39)
"Yaşamın ciddi olup olmadığını anlayana dek bunu ben de bilemeyeceğim. Onun tehlikeli olduğunu ve insanın canını çok yakabildiğini biliyorum. Ama bu illaki ciddi de olduğu manasına gelmiyor." (s.89)
"Bir politikacıyı diğerinden ayırt edemezdi. Ona göre bütün politikacılar olmadık yerlerde olmadık şaklabanlıklar yapan şempanzelerdi." (s.90)
"İnsan daha iyi bir evrenin başlangıcıydı belki de." (s.167)
Kurt Vonnegut - Şampiyonların Kahvaltısı
Cuma, Şubat 25, 2011
Karamazov Kardeşler

"Anlamından çok hayatı sevmeli... Anlam ancak o zaman anlaşılır hale gelir."
"İşin garip, şaşmaya değer yanı, Tanrının gerçekten var olması değil, böyle bir fikrin, Tanrı ihtiyacı fikrinin, insan gibi vahşi, zararlı yaratığın kafasında yer edebilmesi... Bu derece kutsal, duygulandırıcı, yüksek ve insana onur veren bir düşüncedir bu."
"Diyelim ki, derin bir acım var, karşımdakinin acımın ölçüsünü tam olarak öğrenmesi olanaksızdır. Çünkü o hiçbir zaman benliğime gitmez, sadece bir başkası olarak kalır."
"Zaman zaman insanın acımasızlığı 'vahşi' sözcüğüyle ifade edilir ama bu, vahşi hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık ve hakarettir. Vahşi hayvan hiçbir zaman ustalık ve zevk almak bakımından bir insan kadar acımasız olamaz."
"Demek ki, suçlu olan insanların kendileri; onlara cennet verildiği halde, özgürlük istemişler, mutsuz olacaklarını bildikleri halde gökten ateş çalmışlar."
"Ben, eden bulur karşılığı peşindeyim, bulamazsam kendimi yok etmem lazım. Hem bu karşılık ileride, sonsuzlukta değil, hemen burada, yeryüzünde olmalı; bunu gözlerimle görmeliyim."
"Başıboş kalınca hemen tapınacağı bir Tanrı bulmak insanın en büyük kaygısıdır. Bu zavallı yaratıkların tasası yalnız senin benim için tapınacağımız bir varlık bulmak değil, herkesin ve ille 'hep birlikte' imanla baş tacı edecekleri birini bulmaktır. İşte bu ortaklaşa tapınma ihtiyacı hem tek tek, hem toplu olarak bütün insanların ta ilk yüzyıllardan beri başlıca ıstırap konusu olmuştur. Toplu tapınma yüzünden birbirlerinin kanına girerlerdi. Kendilerine birtakım tanrılar icat ederler, birbirlerine, 'Tanrılarınızdan vazgeçin, bizimkileri kabul edin: yoksa sizi de, Tanrılarınızı da yok ederiz!' derlerdi. Bu, kıyamete kadar böyle sürüp gidecektir."
"Ne için yaşadığını kesin olarak bilmeden insan yaşamayı kabul etmez, hatta dünya nimetlerine boğulsa bile kendini yok etme yoluna gider."
"İnsan için vicdan özgürlüğü kadar çekici, ama o kadar da azap verici şey yoktur."
"Daha az değer verseydin, istekleri de daha az olurdu."
"Tanrıma isyan ettiğim yok. Sadece, dünyasını kabul etmiyorum."
"Bazı insanların düşmanlığı, dostluklarından daha yararlı oluyor."
"Yazık ki, gerçekler çoğu zaman ince bir zeka ürünü değildir."
"Falanca filancanın işlediği suçun değil, fakat bütün bunları kanıksamış olmamızın korkusunu duymak zorundayız."
Fyodor Dostoyevski - Karamazov Kardeşler
Cuma, Ocak 14, 2011
Aylak Adam

"Siz anlanamaz, sen anlanır. Bazı kitaplarda sizi seviyorum'u okuyunca gülerim. Sanki siz sevilebilirmiş! Sen sevilir, değil mi?" (s.63)
"Belki de insanlar kendi kendilerini düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı." (s.109)
"İnsanlar haksızken daha çok bağırır." (s.137)
"İki insan ayrılırken birbirlerinde bir şeyler bırakıyorlardı." (s.142)
"Olanla yetinerek, aramadan, düşünmeden yaşanılsın diye yaratılmış bir dünyada yalnızdı." (s.156)
Yusuf Atılgan - Aylak Adam (Yapı Kredi Yayınları)
Cuma, Aralık 31, 2010
Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

"O gece yatakta, New York'taki her yastığın altından geçecek ve bir gölete bağlanacak bir boru sistemi icat ettim. İnsanlar gece yataklarında ağladıklarında gözyaşları aynı yerde toplanacak ve sabahleyin hava durumu Gözyaşı Göleti'ndeki seviyenin yükseldiğini ve alçaldığını bildirecek ve böylece New York'un ağır botlar giyip giymediğini bilecektiniz." (s.54)
"Hiçbir şey hem gerçek hem güzel değildir." (s.60)
"Kızaran, gülen, dine inanan, savaş açan ve dudaklarıyla öpüşen tek hayvan insandır. Yani, bir bakıma, ne kadar çok dudaktan öpüşürsen o kadar çok insansın demektir. Ya daha çok savaş açarsan?" (s.118)
"Bazen yaşamadığım tüm yaşamların ağırlığını kemiklerimde duyuyorum." (s.134)
"İçim peşimden gitmişti ve kabuğumla kalakalmıştım." (s.135)
"Hayatına bir sürü insan girer ve çıkar! Binlercesi! Girebilsinler diye kapıyı açık tutman gereklidir! Ama bu aynı zamanda gitmelerine izin vermek de demektir!" (s.176)
"Dünya korkunç değil ama korkunç insanlarla dolu!" (s.178)
"Dünya büyük bir yer. Ama bir evin içi de büyüktür. Kafamın içi de!" (s.186)
"Yaşamak zorunda olmamız fenaydı ama tek hayat yaşamak zorunda olmamızdı asıl trajedi çünkü iki hayat yaşayabilseydim birini onunla geçirirdim." (s.209)
"Hayatımı daha az duygulanmayı öğrenmeye harcadım. Her gün daha az duygulandım. Büyümek midir bu? Yoksa daha beter bir şey mi?" (s.205)
Jonathan Safran Foer - Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın (Siren Yayınları)
Perşembe, Aralık 30, 2010
Metroland

"Yaşam sonunda oldukça eğlenceli bir taksi gezisiydi bedelinin ödenmesi gereken; çalınan son düdük olmaksızın anlamsız gözükecek bir maçtı yaşam; bir kez olgunlaşınca, işlevini yerine getiren ve zorunlu olarak ağaçtan düşmesi gereken bir meyveydi yaşam." (s.63)
"İlk kuşkuları ortadan kaldırmakta argo gibisi yoktur." (s.102)
"Bazı kişiler aslolanın yaşam olduğunu söylüyorlar ama ben okumayı yeğlerim." (s.148)
"Şiirin hiçbir şeyi var etmemesinin nedeni, şu ihtiyar kodamanların buna izin vermemeleridir." (s.170)
"Yeni bir yetişkin tanımı: İnsanın boyun eğdiği zaman süresi." (s.193)
Julian Barnes - Metroland (Ayrıntı Yayınları)
Çarşamba, Aralık 29, 2010
Abanoz Kule

"Yeni insanları tanımak bana zor geliyor. Bir sürü düğüm çözmek zorundasın." (s.103)
"Tüm riskleri yok eden, tüm mücadeleden kaçan insan, yapay bir insan haline geliyordu." (s.119)
"Oldum olası havaalanlarından nefret ederdi; havaalanlarının gayri şahsiliğinden, sürü halinde gidiş gelişlerden, isimsiz geçitlerden, güvensizlik hissinden." (s.124)
"İnsanoğlunun en korkunç mahrumiyetinin sancısını duydu; sahiplenememenin değil, bilginin mahrumiyeti." (s.124)
"Kendi hatalarımı başkalarının erdemlerinden daha ilginç bulmuşumdur her zaman." (s.162)
John Fowles - Abanoz Kule (Ayrıntı Yayınları)
Salı, Aralık 07, 2010
Büyücü

"Ölümü göze alma arzusu son büyük sapkınlığımız. Karanlıktan gelip karanlığa gidiyoruz. Niye karanlıkta yaşayalım ki?" (s.129)
"Toplumun şansı kontrol altına almak için kullandığı yollardan biri de-kölelerinin seçme özgürlüğünü önlemek adına-geçmişin şimdiden daha asil olduğunu söylemektir." (s.130)
"İnsan zihni, evrenin kendisinden çok daha fazla evrendir." (s.134)
"İnsan soyu önemsizdir. İhanet edilmemesi gereken insanın kendisidir." (s.135)
"Esas trajedi buydu. Bir adamın kötü olmaya cesaret etmesi değil, milyonlarca insanın iyi olmaya cesaret edememesiydi." (s.135)
"Ayrıcalıklı bilgi sahiplerinin yüzlerine yerleşen o dramatik alaycılığın gülümsemesi." (s.151)
"Kendimizi olduğumuz gibi kabullenmek, daima ne olmamız gerektiğinin önüne geçmelidir; işte bu yüzden, bu bir adım öne gitmek demekti - ve de yukarı." (s.168)
"Yaşamak, sonu gelmez bir biçimde daha fazlasını istemektir, en kaba saba bakkalından en yüce mistiğine kadar böyleydi bu." (s.319)
"Bazı deneyimler seni öyle ele geçirir ki, tek katlanamadığın şey bunların sonsuza dek var olamayacağı düşüncesidir." (s.319)
"Erkekler savaşı sever çünkü bu onlara ciddi görünme imkanı verir. Çünkü bunun, kadınların kendilerine gülmesini engelleyen tek şey olduğunu sanırlar. Böyle bir durumda kadınları nesne konumuna indirgeyebilirler. İki cins arasındaki büyük fark da budur. Erkekler nesneleri, kadınlar nesneler arasındaki ilişkiyi görür." (s.425)
"Savaş, ilişkileri görmedeki bozukluktan kaynaklanan bir psikozdur. Birbirimizle kurduğumuz ilişkileri . Ekonomik ve tarihi durumumuzla ilişkilerimizi. Ve en çok da hiçlikle ilişkimizi. Ölümle." (s.425)
"Tüm korkuların, tüm dehşetin, asıl kötülüğün sonsuz kaynağı, insanın bizzat kendisidir." (s.512)
"Aşk aslında, diğer insanın içinde var olan bir şeyi sevmekten çok, kendi içimizde yer alan sevme kapasitesidir." (s.616)
"Güzel olmak bir ekstradır yalnızca. Hediyeyi saran bir kağıt gibi. Hediyenin kendisi değildir." (s.658)
"Özgürlük bir seçim yapıp o yolda devam etmekti; insanın içgüdü ve iradesinin, kendini tek başına yeni bir duruma fırlatıp atmasına izin vermesiydi. Şansımı denemem gerekiyordu. İçinde bulunduğum bu bekleme odasından kurtulmalıydım." (s.659)
John Fowles - Büyücü (Ayrıntı Yayınları)
Pazartesi, Aralık 06, 2010
Kesişen Yazgılar Şatosu

Hayır, ona verecek ruhumuz olmamasından." (s.33)
"Ay, yenik bir uydudur, ama üstün gelen yeryüzü, onun tutsağı durumundadır." (s.45)
"Farklı kuşaklar birbirlerine hep ters bakar, salt anlaşmamak için konuşurlar, mutsuz yaşamalarının ve düş kırıklığı içinde ölmelerinin suçunu hep birbirlerine atarlar." (s.125)
Italo Calvino - Kesişen Yazgılar Şatosu (Yapı Kredi Yayınları)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)