Cuma, Şubat 26, 2010

Amber Gece

"Kitap kapanmıyordu, böğürleri paramparça bir bellekle kolonlanmış omuzları öbür insanların yükünü taşımak için yaratılmış insanın adımlarıyla, sayfa sayfa yeniden yola koyuluyordu." (s.11)

"İkisi de ortak bir şiddetin baskısı altındaydı, biri unutmanın öbürü anımsamanın (...) Birbirlerine çarpıp geçiyorlardı, yitik kalpli, iki başıboş beden." (s.44)

"Belleği; masalı, sonsuzluğu." (s.47)

"Ağaçların gücünü ve huzurunu seviyordu, bir de sessizliklerini ve koyu gölgelerini. Onların toprağa bağlı ve göklere doğru uzanmış olduklarını ve bulutlara doğru yükselirken toprağa daha derin kök saldıklarını bilmek hoşuna gidiyordu." (s.48)

"Öyle bir şarkı ki, bellekte kalmaz da, alabildiğine içe akıtılmış gözyaşları gibi, yavaş yavaş kana karışır ve yüreğin en derin yerine oturur kalır. Öylesine şarkılar ki, bunlara şarkı denmez, suskunluğun en uç noktasında fısıl fısıl gözyaşlarıdır bunlar, gizliden gizliye yüreğe dalan yarı-saydam yaşlar..." (s.53)

"Müzik ve rüzgar, insanı oradan oraya gezdiren iki çok yalın güç." (s.85)

"Savaş buydu işte, insanları bıkmadan usanmadan, doymak bilmez midesine indiren ve onları tüm varlıklarıyla mahveden bir canavar anaydı o, değişmez bir gerçekti bu." (s.106)

"Savaş gittikçe daraltıyordu sözcüklerin sınırlarını. Sonuçta koskoca toprak parçaları, fiziki ve beşeri coğrafyanın dışına koyarak, gülünç ve felaketzede sözcüklerle belirlenen yerler olup çıkıyordu. Bağımsızlık diye haykırıyordu kimileri ve vatanı kurtarmak, onu onuruna kavuşturmak için, ateşle ve kanla savunuyorlardı ülkeyi. Uzlaşma diye bağırıyorlardı kimileri de. Ve kendilerinin olmayan bir ülkenin efendisi olarak kalmak isteğiyle, uzlaşmaya gitmeye çalışırlarken, direnişin şiddetiyle ve çılgınlaşmasıyla birlikte kendi kendileri de kangren oluyorlardı. Bağımsızlık-uzlaşma, bağıra çağıra söylenen, ama kulağa girmeyen, insansal anlamını yitirmiş bu sözcüklerle varılan yer: Cebel-batağı, bu lafların müthiş kofluğunun ağırlığını ve yalan oluşlarının yarattığı tehlikeli sonuçları özetleyen cebel-batağı." (s.109)

"Savaşın, tüm savaşların gizli nedenine geliniyordu: Taşağa taşak. Bir onur konusu, erkekler arasında bir övünç, bir güç ve itibar sayılan belden aşağısı üzerine oynanan, sonu gelmez büyük trajedi." (s.114)

"Düşmanların adı yoktur, katillerin adı olmaz. Adsızdır onlar, sanki zulüm ve cinayet, adlarının üstünü örtmüştür, yok etmiştir adlarını." (s.116)

"Savaşın, yasın, acının veya utancın yaraladığı tüm insanlar gibi yıkımlarının ve acılarının boyutunda sözcük bulamıyorlardı." (s.118)

"Yaşadığım şu an için varım ben, çok kısa bir an. Sürekli olmayan, bağlantısız, boşlukta dönüp duran onların bir ışıltısı gibi." (s.130)

"Ulusların hep iki belleği vardır: Biri uzun sürelidir, uzadıkça uzar, bu kahramanlık ve zaferle ilgili yandır, daha da uzunu, öcle ilgili olanıdır, meşin gibi sağlamdır o, sürdükçe sürer! Bir de kısa süreli bellek vardır, çok kısa süreli, utanç ve bozgunla ilgili bellek. Bu gelişmemiş belleğin bittiği yerde, daha da duyarsızlaşmış, güdük bir bellek vardır: Anımsamaktan kaçınır, vicdanı rahatsız eden, suçluluk duyuran şeyleri yadsır." (s.132)

"Onlar için gerçek, düşe ve düşsele bitmez tükenmez bir çağrı, serüvene, arzuya ve gezip görmeye sürekli bir isteklendirme oluyordu." (s.137)

"Sevmiyordu insanları. İnsanoğlu kafasını kurcalıyordu. İlk hayvanlığından yarı sıyrılmış bir hayvandan başka bir şey görmüyordu onda, topraktan ve çamurdan yarı sapmış bir hayvan. Değişimi yarım kaldığı için canavarlaşmış bir hayvan." (s.143)

"İnsanlar delilerin söyledikleri şeylere pek kulak asmazlar, onlara pek yaklaşmamaya dikkat ederler (...) Delilerin sınırları aşmada gösterdikleri pervasızlıkları ve gülünç acılarıyla yaptıkları şeyleri, tiksintiyle olduğu kadar, doymak bilmez bir açlıkla seyrederler." (s.161)

"Belleği bir kitaplıktan çok, alabildiğine geniş bir kuşhaneyi ya da bir serayı anımsatıyordu, çünkü bir kitabı okur okumaz, bu metinlerden sürüyle sözcük üretiyordu ve bunlar onda görüntü, ses, hareket halinde değişimlere uğruyordu. Kitaplar, onda yaşamaya başlıyordu, tuhaf, hepten, beyinsel, ama derin, biraz delifişek bir yaşamdı bu." (s.239)

"Yürek yalnız bir avcıdır. Gözü körleşmiş, öfkeden deliye dönecek kadar inatçı. Kimi zaman kendi kendini vuracak kadar mantıksız bir avcı." (s.251)

"Tanrıya dönüp ölçüsüz ve sonu gelmez biçimde anlamsız bir umuda ya da öfkeye kapılarak haykıran yalnızca insan değildi, Tanrı da insana dönüp haykırıyordu. Tanrı da insanlardan sevgi dileniyordu." (s.303)

Sylvie Germain - Amber Gece (Can Yayınları)

kitap hakkında

Hiç yorum yok:

Tavan arası